Kuran’ı anlama konusunda en büyük sorunumuz, Kuran’ın
bizatihi kendisi değildir. Kuran’ı anlama konusunda önümüze konulan
engellerdir. Nedir bunlar?
1-
Arapça bilmeme sorunu, dolayısıyla insanlar
sadece okumakla yetiniyor. Din adına yazılan tüm kitapların Kuran’ın anlamı
algısıyla, onları okuyarak doğru ve yanlışın iç içe geçtiği bilgilerle
donanıyor.
2-
- Kuran’ın Arapça lafzı okunarak sevap alınacağı
inancının topluma hâkim olması. Yani Kuran bolca okunmalı ki sevap alınmalı.
Kuran’ın hastalıklara karşı, sosyal hayatta başaramadığımız şeylere ulaşmada,
yardım alınmaya bir vasıta olarak görünmesi. Meseleye böyle bakıldığı zaman
anlamına ihtiyaç duyulmamaktadır. Kuran’da elbette dua ayetleri de vardır. Ama
biz bunlara dikkat etmeden ezberimizde ne varsa istek ve arzularımız için
bunları okuruz. Okuduklarımızın anlamına bakıversek bu ayetlerin
isteklerimizden çok daha önemli konulara parmak bastığını, belki de istediğimiz
şeylerin Kuran’a aykırı olduğunu göreceğiz!
3-
Kuran’ı anlamada parçacı yaklaşımlar, ihtiyaç
duyulan herhangi bir konuyu Kuran’ın bütününe bakmadan, en azından konuyla
ilgili bütün ayetleri göz önüne almadan elde edilen bilgi muhtemelen yanlış
olacaktır. Mesela Kuran “Emanetin ehil ele verilmesini” emrederken, bunu
dikkate almazsanız “İmameti” imanın şartı sayarsınız!
4-
Geleneksel yapı, doğru veya yanlış olma
ihtimalini içinde barındıran hadisler ile
cerh ve ta’dil süzgecinden geçmeyen bazı siyer rivayetlerini, farklı
kültürlerden gelen tarihî hikâyeler, o kültürlerin din anlayışı, İsrailiyat vb.
rivayetleri merkeze alarak, Kuran’ı anlamak için bu kültürlere soru sorarak
çıkartılan Kuran anlamı. Bugüne kadar
kültürümüze eklene eklene girmiş bilgilerin doğru ve yanlış olup olmadığı
Kuran’a sorulacağı yerde, bu yanlışlarla Kuran’ı test etme ve anlamaya
çalışılması sonucu, İslam toplumu bölük pörçük edilmiştir. Nitekim Şia’nın
Kuran’ın önüne koyduğu anlayış farklı, Sünnilerinki farklı, bir başka
fırkanınki farklı böyle olunca vahiy belirleyen değil, belirlenen konuma
düşmektedir. Yani her düşünce edindiği bilgiyi doğrulamak için Kuran’ı
kullanmaktadır. Kitaba olan ihtiyaçları bu kadardır.
5-
Mezheplerin ve üstatların görüşleri
çerçevesinde Kuran’ı anlama çabaları.
Bir harfinde dahi değişiklik olmayan Kuran,
Şiilere başka, bize başka şey söylerse sorun Kuran’da mı, yoksa yamuk bakış
acısında mı? (Bu mezheplerin görüşünü reddetmek anlamında kullanılmamalıdır.)
6-
Ayetlerin iniş sebeplerine yer verilmeyen
meallerin okunması sonucunda, maksada ulaşılamamaktadır. Bunun sebebi: Kuran
ayetleri bir sonuçtur. Öncesinde toplum ya da toplumlarda bir yaşanmışlık
vardır. O konu ile ilgili hususlarda ayet, son noktayı koyar. Dolayısıyla
meselenin öncesine vakıf olmadan onu anlamak pek mümkün olamamaktadır. Yani
ayetin inmesine vesile olan olayı bilmeden ayetin mealini okumak insana elbette
bir fikir vermektedir. Ancak bütünüyle ayeti anlamak biraz zordur.
7-
Belli bir
görüşü topluma hâkim kılma gayreti içinde olanlar; Kuran’ın anlaşılmaz bir kitap, ayetlerin
ise bir biri ile çelişkili
anlamlar içerdiği, Kuran anlayabilmek
için, Filanca büyük zata, bizatihi Kuran’ın anlamının yazdırıldığı,
O kitapları okumanın yeterli olacağı, aksi halde sapıtabileceği
propagandasını hemen hemen her din gönüllüsü bir şekilde bir yerlerden
duyarlar. ! Maalesef ki Kuran’dan daha itibarlı kitapların olduğu
anlayışı, doğrudan söz olarak söylenmese
bile, onlara atfedilen itibar, çok okunması, gece gündüz elden ele dolaştırılması, kurulan
cümlelerin içeriğindeki imalı sözlerden anlaşılmaktadır. Bu tür yapıların Kuran
anlamak için okuma gibi bir
dertleri olmadığı gibi böyle bir eyleme kalkanlara kınayıcı üsluplarla
dışlarlar!
8-
- Kuran’ı anlama konusunda kendini otorite
görenlerden bir kısmı kendilerini “Tarihselciler” olarak tanıtırlar. Bunların yaklaşımı: “Kuran ayetlerden bazıları
o coğrafyada yaşayan o günkü toplumun şartlarına ve şahıslarına özel inmiştir.
İndiği şartlar ortadan kalktığı için söz konusu ayetlerin bugüne yönelik bir
uygulaması yoktur! Ancak Kuran’da geçen tevhit, nübüvvet ve muamelata yönelik
mesajlar ise tüm insanlığa ve son saate kadar geçerlidir.
9-
Bu geçmiş
asırlarda Hindistan’da Seyit Ahmet Han
tarafından ileri sürülen Mevlevi Çerağ Ali, Abdullah Çakralevi, Ahmed Din, Gulam
Ahmet Perviz tarafından benimsenen ve
oradan da ithal edilen bir anlayıştır. “Kuran bize yeter.” kısa adıyla
“Kurancılar” bir başka adıyla “on dokuzcular” olarak bilinirler. Bunun anlamı
da; namazın rekâtlarının bile Kuran’dan çıkarılmaya çalışılması. Hiçbir surette
hadise itibar etmeyip Hz. Peygamber’i ve örnekliğini kale almama durumu gibi!
Toplumdaki yanlışlığı yumuşak bir lisan ile izah etmeden Kuran ayetleriyle
karşı karşıya getirerek “Siz Kuran’a değil rivayetlere itibar ediyorsunuz.”
söylemini kullanarak, buna uymayanların küfür ehli olduğu imasının
kullanıldığını görüyoruz. Bu kardeşlerin peygamberi uygulamaları görmezden
gelerek, Allah’ın emirlerini uygulama
konusunda kendilerinin belirledikleri
esaslar, aslında yeni bir mezhep olmuyor
mu? Maalesef ki Kuran’a hizmet ve anlama adı ve gayretiyle bir şeyler yapmaya
kalkanlar yanlış stratejileri yüzünden fayda yerine zararlı olduklarını
görmelidirler. İnsanların zamanla kazandıkları, toplumca benimsedikleri bir
şeyi, insan ürünü de olsa yıkmak her zaman doğru sonuçlar vermemektedir. Bu
çerçeveden bakıldığında mezheplerde güncel olmayan, Kuran’a aykırı görüşler
olabilir. Vardır da. Bunları eleştirin,
Kuran hakikatlerini ortaya koyun, bu yanlışlığın düzeltilmesine vesile olun.
Din anlayışı mezhepler ölçüsünde oluşan toplumlarda mezhepleri yok sayarsanız,
bu boşluğu nasıl dolduracaksınız? Bu soruya verecekleri cevap elbette ‘‘Kuran
ile’’ olacaktır. Bu doğru bir sözdür. Ama nasıl? Kuran kültürü sıfır olan
toplumlarda bunu nasıl sağlayacaksınız? Kuran’ı anlama konusunda Kuran’ı
anladığını iddia edenler arasında farklılıkların yaşandığı bir toplumdan
bahsediyoruz. Toplumları bu alanda da terörize etmeden Kuran’ı doğru anlama
yöntemlerini topluma yaymak daha akıllıca olmaz mı? Bence bugünkü Müslümanların
derdi mezhepli olmakla değil, mezhepçi olmakladır. Yıkmak yerine ıslah etmek
daha akıllıca olmaz mı?
10-
İslam’ın
ana kaynağı Kuran’ı belirleyen olarak gören görüştür ki; bu görüşte cerh ve
ta’dil süzgecinden geçmiş hadisler, siyer bilgileri, geçmiş ve şimdiki
âlimlerin ürettiklerinden de yararlanarak Kuran’ı anlamaya çalışılmalarıdır.
Ancak, katiyen bunları, vahyin beyanlarını belirleyecek şekilde öne geçirmemesi
gerektiğini ifade eden görüştür. Kuran’a aykırı düşen hadislerle Kuran’ı
anlamaya çalışmanın yanlışlığı üzerinde durulur. Ayrıca, hadis ve sünnetin
Kuran’dan bağımsız düşünülmemesi gerektiğini ifade ederken, sünnet ve hadis adı
altındaki uydurmalara karşı bir duruş sergilemektedirler. Eleştirilmeyecek tek
kitap Kuran, tek insan Hz. Peygamber’dir ilkesiyle meseleye bakarlar.
Bu görüşe sahip olanlar zülfiyâre dokunmuşlardır ki;
günümüzde en çok taşlanan, aleyhinde yalanlar üretilen, “Kurancı”,
“Oryantalist” , ‘‘Sünnet ve hadis düşmanı’’ ilan edilmektedir. Oysa kendilerini
“Kuranca” olarak ifade edenlerin bunlarla alakası yoktur. O görüş sahiplerinin
hadis konusuna hiç sıcak bakmadıkları gibi sünnet konusunda da kafaları
karışıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder