Bu geçmiş asırlarda Hindistan’da Seyit Ahmet Han tarafından ileri sürülen
Mevlevi Çerağ Ali, Abdullah Çakralevi, Ahmed Din, Gulam Ahmet Perviz tarafından benimsenen ve oradan da ithal
edilen bir anlayış, “Kuran bize yeter.” Sloganı ile yola çıktığı bilinmektedir.
Aslında kulağa hoş gelen bu söylemi üretenler;
Kuran’ı terk ederek Kuran dışı kaynaklara yönelip, uydurma rivayet ve
yalanları, masal hikaye ve destanları dinin yerine koyan, kendi görüş ve düşüncelerini dine yamayan, dinden
para kazanma yöntemi geliştiren, bir
kısım insanları aşırı yüceltip bir kısmını köle konumuna getiren müşrik yapıların toplumlara hakim olmasından
nemalanan yapılardır.
Allah resulü sonrası insanların ürettiği anlayışların
Allah’ın dinin aslından sayılması, İslam alemini çok derinden yaralamıştır. Sonuç
itibariyle son durumda da görüleceği
gibi, tembellik, fakirlik, açlık, sahipsizlik, sefaletin hüküm sürmesi
insanları son derece şahsiyetsiz, zelil
bir hale getirip bir medeniyet üretemez haline sokmuştur. İslam
dışı gerici anlayışları, geçmiş kültürleri din haline getiren yapıların
sayesinde ehli sünnet Müslüman olan
Hindistan’ın büyük bir kısmı İslam’ı terk edip bugünkü anlayışlarına
sürüklenmiştir. Aynı durumda Şii toplumlarından olan Nusayri liginde bundan
farkı yoktur. İlkel ve müşrik anlayış,
Allah resulü sonrası doğru İslam’ın yerine almasından bugüne kadar milyonlarca
Müslümanı ve onların neslinin heba olmasına neden olmuştur.
Konumuza dönecek olursak; kısa adıyla “Kurancılar” olarak tanıdığımız gruplar homojen bir yapı
değildir. Yani Kuran’dan başka din adına
hiçbir şeyi kabul etmiyoruz diyen gruplar birden fazladır. Dini anlayışları da aynı değildir. Bu düşünce sahiplerinin bir kısmı ezanı,
namazı, yani günümüz toplumlarında ibadet olarak bilinen bazı eylemleri şirk
sayma hadsizliğine düştükleri görmek bile mümkündür! Bazıları da namazın
rekâtlarının bile Kuran’dan çıkartmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Yani Nebi
örnekliğini, görmezlikten gelip yok sayma
gibi bir durumun sonucunun tezahürü!
Kuran’dan başka kaynak kabul
etmiyoruz diyenlerin de aynı ayetlerinden farklı anlamlar çıkarması oldukça
düşündürücü! Nasıl ki, gelenekçiler, tasavvufçular kendi aralarında onlarca
yüzlerce farklı anlayışlar üretmişlerse, Sadece
Kuran diyenlerin de kendi aralarında
bir anlayış birliğinin olmadığı da bir gerçek iken, Vahdet nasıl
sağlanacak!.? Allah resulünün elçilik yönüne öne çıkartıp, örnekliğini yok
sayarak İslam’da bir bütünlüğün sağlanması nasıl mümkün olacak! Bu durmada
Müslümanlar ne yapacak!
Pekiyi Müslümanlar bu iki zıt cendere
arasında sıkışıp kalmak zorunda mı, çözümsüzlüğe mahkum mu?. Elbette ki hayır. Anlaşılmayan Kuran ile yani Kuran yerine
geleneğin din edinilmesinin asla doğru bir
İslam olmayacağı gibi, resul
örnekliğini de yok sayarak bir yere varılması pek mümkün görünmemektedir. Hem Kuran’ı kesinlikle anlamaya çalışacağız
hem de Nebi örnekliğini yani nebevi, sahih sünneti yok saymadan yolumuza devam etmek zorundayız. Sahih yada
nebevi sünnet anlayışını, geleneğin,
hurafecilerin sünnet algısı ile asla karıştırmamak gerekir. Onların sünnet
algısını Arap kültürü ve şekil üzerine
oturtulan bir anlayıştır! Allah
resulünün bir arap olması, ve o geleneğin içinde yetişmesi hasebiyle günlük
hayatta dini hassasiyetinden değil de, yaşadığı toplumun bir ferdi olarak yapıp
ettiklerini elbette dinden saymak mümkün değildir. Dini Kuran dan öğrenen Nebi nin sosyal hayattaki Kuran ı uygulama yöntem ve
fiillerinin sahih sünnet olması tabii ki anlaşılır bir şeydir. Kuranı merkeze
alalım diyenlerin bir başka ölçüsü de, din adına ortada ne var ne yok tüm geleneği süpürüp çöpe atalım
değildir. Geleneği Kuran’a arz edelim. Kuran’ın onayladığı ona ters
olmayanlardan da elbette faydalanalım şeklindedir. Müslümanları terör üze etmeden, tekfir
etmeden yumuşak bir lisan ile dine sokulmuş yalanları, hurafeleri bidatları,
Kuran ölçüsünde temizleyim anlayışıdır.
Yeni din kuruyormuş gibi bütün birikimi yıkmak yerine, ıslah etmek daha
akıllıca olmaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder