28 Mayıs 2018 Pazartesi

Allah’a İnanmayan İnsan Var mıdır?



* Dinler tarihçilerinin yüzlerce ilkel kabile arasında yapmış oldukları ve onlarca yıl süren çalışmaların resmi sonucu şudur; Bütün ilkel dinlerde bir “Tanrılar Panteonu” vardır. Tüm bu tanrıların üzerinde ise; her şeyin sahibi, her şeyin yaratıcısı tek bir tanrı vardır. Allah’ın dûnundaki diğer alt tanrılar Tek ve en büyük Yaratıcı tanrının yardımcısı, eşi, çocukları ve kızları gibi tasavvur edilmiştir. Mesela: Allah'ın kızları/melekleri gibi..
* Kuran’ın kastettiği küfür; dinsizlik de değildir. Zira; dinsiz insan veya toplum yoktur. Herkesin hak veya batıl bir dini vardır.
Tanrı tanımazlık da değildir. Mutlak ateist çok nadirdir ve bunlar genellikle anormal ve hastalıklı kişilerdir.
Allah’a inanmayan ve O’nun evrenin yaratıcısı olduğunu, hatta ‘bir’ olduğunu kabul etmeyen insan yoktur. Var ise de bunlar, istisnadır.
* Gerçekten Allah’ın var ve bir ve de en büyük ilah olduğunu kabul etmeyen insan yoktur. Yalnızca inancını gizleyen, örten kimseler vardır. Yoksa sıkıştığında herkes Allah diye yalvarır. Düşen uçakta ateist kalmaz sözü meşhurdur. Altın ateşte, insan mihnet anında belli olur denilir. Altının kaç ayar olduğu ateşte belli olduğu gibi, insanın gerçek yüzü de sıkıntı anında ortaya çıkar.
Tüm cabbarlar, despotlar ölüm anında “ben de iman ettim” derler. Allah inancı insanın fıtratına yerleştirilmiştir. Allah’ın ‘kâfir’ olarak tesmiye ettiği kimseler;
-- Ya, örten, gizleyen anlamında yapılan iyiliği yok sayan, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeyen “nankör” kimselerdir.
-- Ya da inancını gizleyen kimse anlamındadır. Çiftçiye bu yüzden kafir der. Allah. Fetih suresinin sonunda. Toprağın üstünü altıyla örttüğü için. Ya da geceye kafir der Araplar, evleri, ağaçları örtüp, gizlediği için.
-- Ya da kafir: Allah’a inandığı, O’na pek çok ibadetler yaptığı halde O’na ortak koşan müşrikler, Hristiyanlar ve Yahudilerdir.
* İman; sadece inanmaktan ibaret de değildir. İman; “Ey iman edenler” ibaresi; aynı zamanda imanlarını küfür, şirk, fısk ve nifaktan koruyanlar demektir.
Yine “Ey iman edenler” ibaresi, inanılmaması gerekenlere inanmayan, onları inkâr edenlerdir. Endâd’a, evsana, erbâb’a (rablere), evliyaya, şüfeaya, tağut ve cibt’e “Lâ” demektir. Önce Tüm âliheyi red ve inkâr etmek, daha sonra inanılması gerekenlere inanmaktır!
* Bir insan Allah’a inanmakla, Allah birdir demekle, hatta “Allah en büyük ilahtır” demekle de mümin ve Müslüman olamaz. Tüm bunlara ilave olarak Allah ile birlikte, O’nun dûnundaki, tüm ilahları, şefaatçileri, evsânı, esnâmı, erbâbı, endâdı, evliyayı, tağutları red ve inkâr etmek mecburiyetindedir. Hakiki Müslüman olabilmesi için en başta O’na hiçbir şekilde ortak koşmaması gereklidir. Yani; O’nun sıfatlarını kullarına dağıtmamalı, Peygamber de dâhil hiç kimseye onun ulûhiyetinden hisse vermemelidir.
* Allah’a inanmayan insan yok! Lâkin inanmakla birlikte, O’nun niteliklerini peygambere, veliye, meleğe, Hızır’a vs. ye dağıtanlar pek çoktur. Ya da, O bir olan Ma’bûd’a yaklaşmak için, O’na daha yakın olabilmek için O’nunla kendileri arasına ‘aracılar’ koyan, bu aracıları şefaatçi yapan kimseler vardır.
*Bir insanın mümin ve Müslim olması için Allah'ı tüm isim ve sıfatlarında birlemesi gerekir.
* Allah sadece sayısal olarak bir değildir. Nitelik ve nicelik olarak da birdir, yeganedir. Yani; O sadece Vahıd (bir) değil, Ehad (tek, biricik)'tir.
* Kuran'ın indiği Mekkeliler, ateist /tanrı tanımaz bir toplum değildi. En büyük ilah 'Allah' tır diyorlardı. Allah'ı Rububiyette de birliyorlardı. Yani; rızkı veren O'dur. Bizi yaşatan, öldüren O'dur. Yerlerin ve göklerin halikı Allah'tır diyorlardı. O'na itaat etmekle birlikte Allah'a yaklaşmak için edindikleri ilahlara da ibadet ediyorlar, kurban kesiyorlar, yemin ediyorlardı. Çok sıkıştıklarında, mesela; Ebrehe Kâbe’yi yıkmak için Mekke'yi kuşattığında birkaç sene yalnızca O'na ibadet etmişlerdi. Uluhiyyette de, Allah'ın en büyük ilah olduğunu kabul ediyorlardı. Bununla birlikte ondan başka ilahların da kötülükleri defetmeye, yararları celbetmeye kadir olduğunu ya da bu konularda en Büyük İlaha / Allah' a aracılık yaptıklarını, onun katında büyük itibarları olduğunu düşünüyorlardı.İslam onlara 'Lâ ilâhe illallah', ilahları bire indirin, diğer alt ilahları, aracıları ortadan kaldırın deyince müthiş bir direniş gösterdiler.
* Allah kitabında insanları kendisine imandan ziyade kendisini birlemeye çağırır. Kısaca tevhid; Allah'ın zatında, isim ve sıfatlarında birlemek, eşi ve benzeri, ortağı yok bilmektir. Rububiyette, ulûhiyette ve ubudiyette Allah'ı tek Rab, tek İlah ve tek Ma'bud olarak kabul etmektir.
* Tevhid'in zıttı ise; şirktir. Şirke bulaşana da 'müşrik' denir.
Müşrik; Allah'a inanmak ve ibadet etmekle birlikte hak'la batılı, şap ile şekeri karıştıran kimsedir. Allah'ın sıfatlarını peygamberlere, meleklere, şeyhlere verenlerdir!
Darda kaldıklarında, Yetiş Ya Gavs diyenlerdir!
Bu alt ilahlara dua eden (çağıran), onlara yalvaranlardır!
Kula kulluk edenlerdir! Kendisi gibi kul olan meleklere, melek gibi zannettiği ermişlere, pişmişlere O'nun uluhiyetinden, rububiyetinden hisse vermektir. Onlara ibadet etmektir. İbadetin illaki rükulu/secdeli olması gerekmez. Onlardan yardım istemek, onları şefatçi yapmak ta ibadettir. İstiane ve istigase O'ndan başkasına yapılamaz.
Saadettin Merdin

MÜSLÜMANLAR ARSINDAKİ İKİ AYRI ALLAH TASAVVURU


MÜSLÜMANLAR ARSINDAKİ İKİ AYRI ALLAH TASAVVURU

Müminler arasındaki hizipleşmeyi körükleyen konuların başında Allah tasavvurundaki farklılıktır. Dinin ana unsurlarına bakış acısını değiştiren farklılığın sebebi yine rivayet ve Kuran merkezlidir.
 Kuran’ın anlattığı Allah ile rivayetlerin ürettiği Allah tasavvuru o kadar farklı ki, bu uzun bir izah konusudur. Ancak insanın günlük hayatına yönelik örnekler verilerek basit ve kısaca anlatılırsa; Rivayetlerdeki Allah inancında; Allah kulları arasında ayrımcılık, torpil yapabilir!. Bazı kullarına gayb bilgisi, olağan üstü güç ve yetki verebilir. Bu güç sahipleri, bir başkasını Allah a ulaştırabilir. Ulaşmasına vesile olabilir.  Bu aracıların vesile edinenlere yüce ALLAH günahların affı, işlerin rast gitmesi, ölürken iman ile gidilmesi vs. konularda torpil yapabilir.  Allah’ın sevgilileri vardır. Yüce kitabında ahdimi bozmam demesine rağmen,  sevgilileri yüzü suyu hürmetine  ilkesini bozabilir!. O Her an istediğini istediği şekilde değiştirebilir! Yapabilir! Gücünü hoyratça kullanabilir! .... Gibi, ilkesiz bir Allah inancı oluşturan bir hayli rivayet ve bunları doğru din algısı ile kullanan kesimler vardır. Bu gıdıklayıcı cezbedici, kolaycılığı benimseyen Müslümanlar çoğunluktadır.!...
Kuranda anlatılan Allah’ ise; Allah her an her şeyi değiştirebilecek güç ve kudrete sahip olmasına rağmen, yarattıklarına yönelik bir takım ilkeler kanunlar koymuş, bunların değişmeyeceğini, bunlara da kendisinin uyacağını yine kitabında taahhüt etmiştir. Bunlara sünetullah denildiği gibi kader de denilmiştir. Bunlara göre; cüzi iradeyi insana kader kılmasının yanında, her bir varlığın insana yönelik hizmetini belirli kanunlara bağlanıp, bunun kıyamete kadar hiç değişmeyeceğinden söz eder. Bunun acılımı ise; İnsan, olumlu ve olumsuz cüzi iradesiyle yaptığı her bir şeyden sorumluluğu, kimseye torpil, suiistimal, kayırmacılığın, emeksiz bilgi kısaca herkese emeğinin karşılığının verileceğinden bahseder. İnsana şah damarından yakın olan Allah, kendisi ile kulları arasında ki bütün aracıları reddeder. Yani insanın başka bir kul karşısında boynunu bükmesini asla kabul etmez. Bilinmeyeni, yani insan için önceden gayb’ olan sonra Allah resulüne tebliğ edilen Kuran dışında  her hangi bir gayb bilgisinin kimseye verilmediği hususlarında dikkati çeker.
Yüce Rab, insanı yarattı. İnsanın mutlu ve güzel bir hayat sürmesi içinde onlara peygamberler vasıtası ile yol gösterdi. Vahiy gönderdi. Gönderdiği vahiyde, elçi tayin ettiği resullere sakın ha sizler benim sözlerimden zerre sapmayın. İkinci bir paralel yol icat etmeyin dedi. Elçiler,  Allahtan aldıkları emirleri eksiksiz, geciktirmeksizin insanlığa tebliğ etti. Yüce Rab emirlerini tebliğ edene Resul (elçi) derken, uygulayan aynı kişiye de Nebi dedi. Nebi kendisine vahyedileni aldı güzel bir örneklikle hem kendi yaşadı hemde etrafındaki arkadaşlarını yetiştirdi.

İSLAM DÜNYASINDAKİ İKİ AYRI PEYGAMBER ALGISI !


                         İSLAM DÜNYASINDAKİ İKİ AYRI PEYGAMBER ALGISI !
Yüce Rab,  insanı yarattı. İnsanın mutlu ve güzel bir hayat sürmesi içinde onlara peygamberler vasıtası ile yol  haritası gösterdi.  Yani Vahiy gönderdi. Gönderdiği vahiyde,  tayin ettiği elçiye, resullere sakın ha sizler  benim sözlerimden  zerre sapmayın.  İkinci bir paralel yol icat etmeyin dedi. Maide 67: Ey resul! Rab binden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Dedi.
Gönderdiği resuller, Allah ın emir maksat ve amacına yönelik sürdürdükleri faaliyetlerinde zaman zaman küçük sapmalara yani kalplerinde bir kayma hissedildiği an, hemen onları uyarıldı.  Onlara hakkı hatırlattı.
Sonra,  yüce Rab resuller vasıtası ile bütün insanlığa, “Allah'a ve resullerine uyun, itaat edin “ dedi.  Bu çağrıyı insanlar iki şekilde anladılar.
Birincisi, Allah ın kitabında belirttiği sözlerine, emir ve nehiylerine uyulması,  bununla birlikte resullerin de emir ve nehiylerine de uyulması. Şeklinde anladılar. Yani Resullerin de, Allah ın emri dışında  yeni emir ve nehiyler inin olduğu, bunlarda  Allah ın emri gibi uyulması  zorunlu olan hükümler çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği  şeklinde yorumlandı ve akide haline getirildi.
İkinci görüşte; Yüce Rab’bın kendisi yani  zatı ile doğrudan hiçbir insan topluluğuna seslenmedi.  Baştan  beri bütün emirlerini insana  hemcinslerinden seçtiği birisi vasıtası ile iletti.  Yani kendisine insanlardan elçi seçti.  Seçtiği resullerine de,  kendi emir ve yasaklarına uymasını, yoldan sapmamasını tembih etti. Gönderilen resuller Allah ın emirlerini harfiyen yerine getirdiler. İnsanlar da bu emirlerin Resuller tarafından icat edildiğini sanmamaları için de,   insana hatırlatmada bulundu.  Kuran bütünlüğü içinde bu konuda söylenen söz kısaca  ; “RESULLERİN, SİZLERE TEBLİĞ ETTİKLERİNİ SAKIN ONLARIN SÖZLERİ VE FİKİRLERİ SANMAYIN. ONLARIN BÜTÜNÜ BENİMDİR. DİN İLE İLGLİ KENDİME HİÇ BİR ORTAKCI SECMEDİM, KABUL DA ETMEM!” Dediği anlaşılmaktadır.
Seçtiği elçilerin öne çıkan vasıfları;  Birisi nebi  diğeri resul … Elçi, Allahtan aldığını emirleri  hiç eksiksiz geciktirmeden insanlığa ulaştırırken, resul bu emirleri en güzel bicimde insanlığa örneklik teşkil ederek  hem kendi yaşadı hem de tebliğ etti. 
Pekiyi yüce rab kitabında hüküm yalnız Allah ın derken, resullerine bu konuda hiç acık alan bırakmadı mı?, Pekiyi sünnet dediğimiz şey nedir? Kuran dışında Allah resulünün koyduğu yasaklar ve kolaylıklar ne anlam içeriyor?
Bu  anlayışın neleri ifade ettiğini bir başka yazıılarda ele alacağım.

KURAN’IN VE GELENEĞİN TARİF ETTİĞİ PEYGAMBER İNANCI



KURAN’IN VE GELENEĞİN TARİF       ETTİĞİ PEYGAMBER İNANCI
       KURAN’IN ÖĞRETİSİ PEYGAMBER İNANCINDA;  Allah insanların kurtuluşu için baştan beri resuller göndermektedir. Bunların görevleri Allah’ın kendilerine verdikleri bilgiyi hiç değiştirmeden zamanında  insanlara ulaştırır, bunları nebi sıfatıyla hayata uygulayarak güzel bir örneklik teşkil ettirerek dinin hayat haline getirilmesini sağlarlar.. Diğer insanlar gibi Allah ın kurallarına  kendileri de uyar.
       Peygamberler; Allah ın hüküm koymadığı alanlarda sosyal hayatta karşılaşılan veya karşılaşılması muhtemel sorunlara yönelik, devlet başkanı veya inanların lideri olarak; bulundukları coğrafi yapı ve toplumun geleneği ölçüsünde aklını vizyonunu öngörüsünü kullanarak bu alanlarda bilgi sahibi olanların görüşlerini de alarak çözüm üretir, yasaklar koyar ve kaldırır. Kimlik oluştururlar. Yüce Rab bunlardan bir kısmını hüküm haline getirebilir. Nitekim getirdiği de vardır. Mesela Medine’ye ilk geldiği günlerde Cuma günü tüm cemaati mescitte toplayarak toplum sorunlarını dile getirmesinin ardından, çok sonraları Allah, Cuma suresinde bu eylemi tüm Müslümanlara Cuma günleri mescitlerde toplanılmasını hüküm haline getirmiştir. Yine kuran da süt kardeşlerle evlenilmeyeceğinin belirtilmesinin ardından Allah resulünün kimlerin süt kardeşi olacağı konusunun detaylandırılması… gibi.
       Allah resulü, Fani bir kul, bir insan olma özelliğinde olmasına rağmen  diğer insanlardan farkı vahiy almasıdır. Nebi sıfatı ile  icraatlarında en ufak bir yanlışa tevessül edilmesinde dahi gidişata yüce Rab hemen müdahale ederek onları  uyarır. Zira yanlış bir örneklik ümmete mal olmasın diye.!  Çünkü Peygamberler insanlara yol gösterici  yüce bir ahlak sahibidirler.
       Allah, Hz. Peygamber’in mucize göstermesini ve müşriklerin bu konudaki isteklerini sürekli reddetmiştir. Nitekim bu isteklerin hemen arkasından Hz. Peygamber’in: “Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece beşer bir elçiyim. Demiştir. Ayrıca, peygamberler Allah’ın elinden kurtarıcı değillerdir.
GELENEĞİN GETİRDİĞİ PEYGAMBER ALGISI;    Bütün kainat Peygamberin yüzü suyu hürmetine ve  Arş, levh, kalem, kürsî, gökler, yerler, insanlar, cinler, ay, güneş, melekler, cennet, cehennem   onun nurundan yaratılmıştır! O, insan dışında mümkün ve gerçek olan melek, cin, hayvânât, nebâtât hatta cemâdât bütün varlık türleriyle iletişim içerisindedir! Peygamber kendiliğinden asla bir şey söylemez!  Masumdur, asla hata yapmaz! Anlaşılması mümkün olmayan kuranı açıklar.  Allah ın koyduğu hükümler dışında kendi de hüküm koyar. İşine gelmeyen ayetlerin nesh ederek hükmünü ortadan kaldırabilir!. Kuran dışında Allah tan gayrimevlüt vahiy alır!. Kuran’da ne zaman ve nasıl yapılacağı belirtilmeyen ibadetlerin yapılışını gayrimetlüv vahiy veya Cebrail vasıtası ile öğrenir!.  Durum böyle olunca onun her söylediği söz vahiydir!  Allah ın emirleri dışında her yaptığı eylemde sünnettir!. Bağlayıcılığı vardır. Ümmetin büyük günah işleyenlerine şefaat edecektir!. Binlerce mucizesi vardır!. Dünyaya gelmeden ruhlar aleminde iken peygamber olacağını bilindiğinden, bunun alametleri dağda, taşta, ağaçta görülmüş ve annesinin onu doğurduğu sırada Peygamberliği müjdelenmiştir!. Kuran dışı gaybı bilgi verilmiştir!. Geçmişi ve geleceği bilir!. Bunları istediği ile paylaşabilir!. Her türlü hastalığı ve sakatlığı tedavi edebilir.  Sahabe  O’nun saçının bir telini, abdest suyunu,  tükürüğünün dahi yere düşmesine izin vermezdi!. Bazı rivayetlere göre, Hz. Peygamber cinsel açıdan 30-40 erkek gücüne sahiptir. Allah tarafından yedirilip içirildiği için uzun süre acıkma ve susama hissetmemektedir. O ruhuyla ve cesediyle canlı olup cesedi çürümemekte, vefat ettiği günkü gibi taptaze ve kokusu değişmeden kalmış bulunmaktadır. Hatta şu an kabrinde hanımları ile karı koca ilişkisi içinde olduğunu iddia eden rivayetler bile vardır. Vaz ve nasihatler ile bu yalanı canlı tutmaya çalışan  cübbeli sarıklılar bile var!

NİYE İNSAN PEYGAMBER DEĞİL DE MELEK PEYGAMBER!



NİYE İNSAN PEYGAMBER DEĞİL DE MELEK PEYGAMBER!
NİYE ACIK SECİK VAHİY TERKEDİLEREK GİZLİ GAYRİ MATLÜV VAHİY!
NİYE AKILSIZ BİR TOPLUM OLUŞTURMA CABALARI!
Allah resulü; Yüce Rab’bın kendisine verdiği görevleri  planlı programlı ilkeli öngörülü, şartlara dikkat ederek aklını sonuna kadar kullanan, hiç bir şeyi şansa bırakmayarak, emek vererek  yerine getiren bir insandı. Allah ın emirlerini hayata nasıl uygulanacağını  yeteneklerini en güzel biçimde kullanarak bir örneklik ortaya koymuş, bundan dolayı da Allah’ın övgüsünü mazhar olmuştur. Bunu böyle görmeyip te onu mucize ve kerametlerle donatarak insani yönünü sıfırlayıp, melekten bir peygamber icat edenler, güya bunu da peygamber sevgisiyle izah edilmeye çalışarak, iddialarının altını bir sürü yalan rivayetlerle dolduranlar, Allah resulünü  kendi iradesi ile hiçbir şey yapamayan bir kuklaya çevirdiklerinin farkında değiller miydi?..! Bütün bu hokkabazlıklar iyi niyet ile mi yapmışlardı!..? Peygambere her sıkıştığı ortamda Kuran dışı gayri metlüv vahiy aldırılması yada Cebrail yardıma yetiştirilmesi bir peygamber sevgisinden ziyade yeni üretilecek sahte resul, şeyh, gavs, gibi dine sokulmaya çalışılan sahtekarlıklara alan açma, köle ve kişiliksiz toplumlar oluşturma manevralarımıydı acaba!  Sonuçtan bakıldığında görünen  ortada!. İslam dünyasının bugünkü hali!  O günkü
gayretler ta o zamandan meyvesini vermiş üretilen sahteliklerin her birisi yeni yollar icat etmiş, ümmet bölük pörçük olmuş!  Allah tan gayrimetlüv vahiy aldıklarını iddia ederek Allahtan rol çalanlar; kendilerine bağlananlara her türlü naneyi yemiş olsalar dahai son nefeste imanı kurtarıp, dolayısıyla cennet garantisi verdikleri gibi dünyalarını da mamur etme sihirbazlığını öğretmişlerdir. Nedir bunlar?  Dua, salavat, rabıta, hatme  yaparak  çalışmadan da olsa isteklere kolay ulaşmak, zengin olmak, sınıf geçmek, başarılı olmak, bir okus pokus ile isteklere ulaşılması gibi akla ziyan yetkiler üretmişlerdir!...
 Bunlarla kalınsa ya; Allah resulün ün  saygı gösterdiği birey, saygı değer insan; bunların karşısında  düşünmeyen akıl etmeyen, aklı bağlandığı kimselere teslim eden, sorgulamayan, şeyhin sözünü  Allah ın sözünün  üstünde gören, insan putlar karşısında yerlerde sürünen , el etek öpen, sünepe insan kişiliğinin yok edilerek sıfırlama duygularının din diye verilmesi….. …..
Nereden Kuran’a ters bir uygulama, bir söz, bir davranış varsa bunların ortaya konması ve hayata geçirilmesi Allah resulü üzerinden yapılmıştır. Allah resulünden bir söz diye ayetler anlamlandırılarak Kuran Allah’ın maksadı dışında konuşturulmuştur. Uyanmak gerek zira ŞEYTAN İNSANI İYİ NİYET TUZAKLARIYLA AVLIYOR.. HER İNSAN BULUNDUĞU NOKTAYI KURAN I HAKEM YAPARAK SORGULAMASI GEREK. DİNİ ŞEKİLDEN ZİYADE ÖZDEN ANLAMAMIZ GEREK. DİN DİYE ORTAYA KONAN ŞEYLERİN NASIL YAPILACAĞINDAN ZİYADE NİÇİN YAPILMASI GEREKTİĞİNİ YANİ MAKSADI ÖNCELEMEMİZ GEREK. NİÇİNLERİ ÖĞRENEN İNSAN NASILI ZATEN ÖĞRENİR.


ALLAH'IN GÖNDERDİĞİ DİN BİZE NİYE YETMEDİ!



                            ALLAH'IN GÖNDERDİĞİ DİN BİZE NİYE YETMEDİ!
Allah’ın gönderdiği din  aslında insanlığa yetmişti. Hz. Peygambere inen vahiy, o vahşi toplumu kuzuya döndürmüş, İnsanlığın zirvesini yaşatmış ve güzel bir örneklik teşkil etmiş, onlara yetmişti! O örneklik bize yetmedi!  Allah resulü  sonraları eski alışkanlıkların hortlamasıyla bir takım kavgalar başladı. Kavgalarda herkes kendinin haklılığını ispatlamak için Kuran’ı konuşturmak istediler.  Önce  beceremediler. sonra bir yol buldular. Önce peygamberi kendi adına, sonra da Kuran adına konuşturdular.  Farklı kültürler ile İslam düşmanlarının üretimleri de  zamanla devreye girdi.  Allah ın koyduğu hükümlerin birçoğu laytlaştırıldı!  Boşluklar için yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu!. Eğitim imkanlarının çok az olduğu toplumda dine susamışlığın etkisi ile zehiri  şifa olarak almaya hazır topluma din adına ne verilirse kabul görüldüğü bir ortam!  Okuma yazma kültürünü fazla olmadığı, sözlü kültürün hakim olduğu bu toplumda din adına konuşulan ne varsa, doğru ve yanlışlar gerçek anlamda ayırt edilemeden,  vahye vurulmadan, metin tenkidi yapılmadan sadece rivayet edenlerin güvenilirliği üzerinden  yazıya dökülmeye başlandı.  Bu zan ifade eden  bilgiler Kuran’ın yerine almaya başlamasıyla  zaten bir  hayli fazla olan farklı sesler daha da arttı!
Özetlemek gerekirse,  Bazı yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu. Her bir fiil  için hükümler çıkartılmaya, fıkıh kurallarına ilaveler devam edildi. Rivayette karşılığı olmayan konularda aynı ekolden gelen alimler ortak karar verdi. Buna da icma dendi! O kadar çok konularda detaylı görüşler üretildi ki, gerek sosyal hayata yönelik gerekse din adına söylenen yazılanlar, insana özgür bir alan bırakılmadan hükme bağlandı! Mezheplerdeki farklı yorumlar, onun sebepleri,  Eski eserlere, Rivayetlere yönelik tenkitler onların tevilleri, karşıtları, yandaşları derken binlerce kitap yazıldı. Kötü niyet hep iyi niyetin paralelinde görevini yapmaya devam etti!
Sonuçta bunları okuduğumuzda irfanımızın artacağını düşünüyorduk. Ne garip ki bu olmadı. Sebebi bunları dinin aslından saydık! Bu yüzden görüş ayrılıklarımız çoğaldı. Acaba üretilenleri mi anlayamadık?! Geri dönüp baktık!. Onlara anlamak üzere yenilerini yazdık!. Yine olmadı. Kapsamlı bir araştırma yaptık. Bunca emek neden doğru sonuç vermiyor! Çok manidar bir o kadar da acı gerçekle karşılaştık! Ürettiklerimizin çoğu Allah’ın kitabına, resulün örnekliğine, bir birine, insan tabiatına, ahlaka, sosyal hayata, doğanın yaşam tarzına tezat, çelişkilerle doluymuş! İşin garibi bu kadar çelişkinin dinin aslı yerine konması, bunlara karşı çıkanların bir şekilde susturulması, dinin bir afyon gibi topluma yutturularak sarhoş edilmesiymiş!  
Öyle bir hale getirilmişiz ki; Artık hiç okumuyoruz, sadece zannımızdakileri takip ediyoruz. Yazımı  üzerinden bir asır geçmiş olan her bir kitap,  bir mezar taşı, …. Saymakla bitirilmeyecek kadar çok şey! Bizim için son derece kutsal olmuş!. Düşünelim bir kere  bir sarhoşun çamurda bulduğu bir kağıdı öpmesi bile onu bir günde evliya yapabiliyor, o evliya kutsanıyor mezarı başında günah çıkartılıyor! Böylesi düşünme yetisi elinden alınmış,  İman ettiği,  kitabına yetim,  test etmediği okumadığı her bilgiyi cehaletine ilaç diye yutan bilgi tembeli, öze ihtiyaç duymadan  görüntüye,  şeklin  peşine düşme öngörüsüzlüğü son  halimiz!  Niye şaşırıyoruz ki, ALLAH ın kitabını yetersiz bulan bir toplumun geleceği nokta ne ola ki!....?

ALLAH VE RESULÜNE UYUN VE İTAAT EDİN NE DEMEK


ALLAH VE RESULÜNE UYUN VE İTAAT EDİN NE DEMEK
Yüce Rab, insanı yarattı. İnsanın mutlu ve güzel bir hayat sürmesi içinde onlara peygamberler vasıtası ile yol gösterdi. Vahiy gönderdi. Gönderdiği vahiyde, elçi tayin ettiği resullere sakın ha sizler benim sözlerimden zerre sapmayın. İkinci bir paralel yol icat etmeyin dedi. Elçiler,  Allahtan aldıkları emirleri eksiksiz, geciktirmeksizin insanlığa tebliğ etti. Yüce Rab emirlerini tebliğ edene Resul (elçi) derken, uygulayan aynı kişiye resul sıfatı ile karıştırılmasın diye de Nebi dedi.                                                    Yüce Rab resuller vasıtası ile bütün insanlığa, “Allah ve resulüne uyun, itaat edin “ dedi. Bu çağrıyı insanlar iki şekilde anladılar.
Birincisi, Allah ın sözlerine, emir ve nehiylerine uyulması, ayrıca resullerin de emir ve nehiylerine de uyulması. Şeklinde anladılar.
İkinci görüşte, Allah kendisi doğrudan hiçbir insan topluluğuna seslenmedi. Baştan beri bütün emirlerini insana hemcinslerinden seçtiği birisi ile iletti. Seçtiği elçiler de, Allah’ın emirlerini insanlığa eksiksiz tebliğ etti.   İnsanlar bu emirlerin Resuller tarafından icat edildiğini sanmamaları için de  Resullerin, sizlere tebliğ edilenleri sakın onların sözleri ve fikirleri sanmayın. Onların bütünü benimdir. Demeyi de ihmal etmedi.  Necm 2: Arkadaşınız (Muhammed) ne sapmıştır, ne de azmıştır., Necm 3: Ne de kendi kişisel arzusundan konuşmaktadır. Necm 4: O (nun konuşması kendisine ) vahye dilenden başkası değildir.
Elçinin getirdikleri kendi sözleri değil, Allah’ın sözü olduğunu söyleyen yaradan bir başka yerde de, elçiye itaat ederseniz Allah’a itaat etmiş olursunuz demiştir.  Dolayısı ile elçiye uyup itaat etmek aslında Allah’a itaat anlamındadır. Zira zaten elçi de Allahtan aldığı vahye uymaktadır.                      Görüldüğü gibi elçi vahyi Allahtan aldığı gibi insanlara tebliğ etmektedir.  Onun getirdiklerine itaat ne anlama geldiğine bakarsak;                                                                                                                            Maide 92: Allah’a itaat edin, resule itaat edin, sakının. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin: Bizim resulümüze düşen sadece apaçık bir tebliğdir.                                                                                       Teğabün 12: Allah’a itaat edin, resule de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz resulümüze düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.                                                                                                                              Kuran’da Allah’a itaat etmiş olmanın ispatı olarak onun resulüne yani elçisine itaat birlikte anılıyor. Dikkat edersek, bu noktada hep resul yani elçi kelimesi kullanılıyor. Kuranda itaat söz konusu olduğunda hep “resul-elçi” kavramının kullanılmasının hikmetini de anlamış olmamız gerek..                                         Biz vahiy ile ancak Resul ile, yani elçi’leri aracılığı ile muhatap olabildiğimize göre,  itaat söz konusu olduğunda Allah ile elçi hep birlikte anılmıştır. Yani, elçi’ye itaat etmeden vahye muhatap olmak zaten mümkün olmayacaktır.                                                                                                                                           Allah, kendi sözlerini bize sadece resulleri aracılığıyla bildirdiği yani resulün sözü Allah’ın sözü olduğu için resulün helal kıldığı Allah’ın helal kıldığı, haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Araf 157 de “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları bu elçiye, bu ümmi  nebiye uyanlardır. O, onlara marufa uymayı emreder, münkeri yasaklar. Temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Isr’larını, üzerlerindeki bağları/yükü kaldırır/söküp atar. Ona güvenen, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar umduklarına kavuşacak olanlardır.”
Yukarıdaki ayetlerde “o kendi heva ve hevesinden konuşmaz” diye işaret edilen alan peygamberimizin hemen her konuşmasını, iki dudağı arasından çıkan her şeyi  kapsadığını düşünmek büyük bir hatadır. Orada işaret edilen sadece vahyin olduğu gibi tebliği konusunu kapsar. Zira onlar insandır. Allahtan aldıklarını eksiksiz tebliğ etmek bir görev ve sorumluluk iken insan olarak onları uygulaması aynı şey değildir.
Sözün özü, elçi’ye itaat etmeden Allah’a itaat de mümkün olmayacaktır.
Yukarda belirtildiği üzere Allah, Kuran’ın emirlerini sosyal hayatta uygulayıcı olana da  Nebi dedi.  Nebiler, Allah’ın  emirlerini maksat ve amacına yönelik sürdürdükleri faaliyetlerini aklını öngörüsünü, geleneği, dikkate alarak  uygularlar.  Uygulama şekilleri onların kişisel içtihatlarıdır. Uygulama aşamasında Nebiler hata da yapabilirler. Nitekim, Kuran’da nebilerin bir çok uygulamaları eleştirilmiştir.
Abese 1- (Peygamber) Yüzünü ekşitti ve döndü. 2- Kendisine âmâ geldi, diye. 3- Ne bilirsin, belki o temizlenecek? 4- Veya öğüt belleyecek de öğüt ona fayda verecek. 5-Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince 6-Sen ona yöneliyorsun. 7- Onun temizlenmemesinden sana ne? 8- Ama sana can atarak gelen 9- Allah'tan korkarak gelmişken 10- Sen onunla ilgilenmiyorsun. 11- Hayır hayır, sakın. Çünkü o Kur'an bir öğüttür.
Şuara 3-(Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın! 4- Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğile kalır.
Enam 35-Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!
Hud 112- İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır
Kâfirun 1-De ki: Ey kâfirler 2- Sizin taptıklarınıza ben tapmam.
Bakara 144-Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekle geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rablerinden gelen o emir haktır.       Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.
Tevbe 80- Onlar için Allah'tan ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları affetmeyecektir. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayı böyledir. Allah, böylesine baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez.
Tevbe 84-Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma ve kabrinin başına gidip durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. Ve fasık olarak can verdiler

MANİPLE EDİLEN SÜNNET ANLAYIŞI!


MANİPLE EDİLEN SÜNNET ANLAYIŞI!
Allah Rasulü (s.a.v.); Allah’tan aldığı vahyi hiç eksiksiz bir şey ilave etmeden insanlığa tebliğ ederek görevini yerine getirmiştir. Bir de nebi sıfatıyla da aldığı emirleri, tabiri caiz ise işlemek için aklını, öngörüsünü, şartları dikkate alarak, hiçbir şeyi şansa bırakmadan tam bir sanatkar ustalığı ile hayata uygulamıştır. Bir mucize ile değil yeteneklerini kullanarak bir örneklik ortaya koymuş, bundan dolayı da Allah’ın övgüsüne mazhar olmuştur.
Bu başarıyı tamamen insani gayrete, aklı ve yeteneklerini kullanmasına değil de gizli vahiy, yani gayr-i metluv ya da Cebrail’in yardımına indirgeyen, peygamberi ve peygamberliği mucize ile donatan bir anlayışın sünnet anlayışı; elbet fiillerin, anlam, içerik ve niçin yapıldığı, insana ne mesajlar verdiği ile değil, nasıl yapıldığı şekline odaklanmak olacaktır. Nitekim de öyle olmuştur. Bugün toplumun büyük kesiminde sünnet; cahiliye dönemi Arap geleneğinin giysisi, temizlik anlayışı, davranış biçimi, sosyal hayattaki ilişkileri, insanın kendine özgü bakımı vs. sünnet bilincinin başında yer almaktadır.
Allah Rasulü (s.a.v.) yeteneğini, öngörüsünü ve aklını kullanarak değil de farklı yardımlar alması sayesinde görevini yapmış olsaydı, insanlığa nasıl örnek olabilirdi? O zaman insanlar demez miydi ki; ey yüce Rabb, bizlere bir insanın üstesinden gelemeyeceği bir yük yükledin. Bunun altından nasıl kalkalım? Oysa, Allah Rasulü (s.a.v.) insan olarak, insani bütün duygu istek ve arzularına sahip olmasına rağmen imtihanını, görevini başarı ile tamamlamıştır. Böyle bir rasulü yok saymak hiç bir müslümanın haddi değildir. Haddine de değildir.
 Kur’an,  vahyin ışığında aklı öncelemeyi yüzden fazla yerde seslendirmiş olmasına rağmen, islam toplumlarında bu mesajın  devreden çıkartılmasının sonucunun   İslam’a ve insan tabiatına verdiği hasarı düşünecek olursak halimizin pek de iç acıcı olmadığını görürüz.
Allah Rasulü (s.a.v.) size bıraktığım emanetlerden birisi de sünnet demişse, bunun içeriği; Arap geleneğinin  yani; cariye kültürünü sürdürmek, fuhuş yaptığı iddia edilen kadınları recim etmek, kertenkele ve  kara köpekleri  öldürmek,  kadınları sünnet etmek,  zehirlenmelere karşı  acve hurmasını yemek, erkeklerin gözlerine sürme çekmesi, cami avlularına misvak asarak herkesin kullanmasını sağlamak,   dört kadınla evlilik yapmak,  deveyle yolculuk yapıp, sağlık için deve sidiğinden medet ummak(içmek),  sakal bırakmak,  sakalını kesenin dinden çıkma konusunda hüküm oluşturmak,  sarık sarmak,  yemeği yerde  ellerle yiyip yalamak,  Arap fistanları giymek,  yerde yatmak,  bu ve buna benzer tamamen Arap kültürüne dayalı geleneğin din olarak ümmetçe yaşanıp yeni nesillere taşınması değil aklı, fikri, sorgulayarak anlamayı geliştirmeyi insanlığa faydalı olacak katma değer üretmeyi, Kur’an ahlakı ile bir hayat sürmeyi miras bırakmıştır.
Sünnet; İmam şatibi nin dediği gibi Kuran’ın beyanıdır. Kur’an’ın insan yaşamına koyduğu ahlak, davranış biçimi, tabiat ve hayvanat ile olan ilişkilerdeki ölçüsü ve davranış bicimidir. Kur’an’ın insan hayatına konuşmasıdır. Kısaca; kırmamak, kırılmamak, küsmemek, dargın durmamak, yalan, iftira, hakaret, dedikodu, gıybet, alay, kul hakkı, torpil, suiistimal, başkasını küçümsemek gibi ahlaksızlığı yapmamaktır. Sünnet; çalışmak, topluma yararlı  güzel adetler üretmek, hakka hukuka riayet, iyi geçinmek,  meşveret, işin ehline verilmesi, Zalimleri ve zulmü aralıksız eleştirmek, İşi ehline vermek, iş verdiğini denetlemek, kamu mallarını tüm toplumun faydalanabileceği şekilde yönetmek, uydurma ve uydurmacılarla mücadele etmek, hiçbir uydurmaya müsamaha göstermemek, her türlü ırkçı ve asimilasyon faaliyetlere karşı durmak, hayvanlara eziyet etmemek, kamuya açık alanları kirletmemek, kirletenleri uyarmak,  din sömürücülerini deşifre edip kınama yapmak, türbe-mezar tapıcılığı ile mücadele etmek,   hakkı anlatmaktan vazgeçmemek, haksız tehditlerinden korkmamak, gereksiz övgüyü reddetmek, kişilerin mahremini araştırıp, insanların onurlarını kırmamak,  dinde aşırıya kaçanları uyarmak,  gereksiz münakaşalara girmemek, açları doyurmak,  topluma iyi olmak,  inzivayı reddetmek, Allah'tan başka şefaatçi ve kurtarıcı aramamak,  eleştiriyi zulme çevirmemek ve düşmanlarının hukukunu korumak,  İnsanları masal ve hurafelerle uyuşturmadan ve ibret dolu örneklerle uyarmak, Peygamberleri ya da velileri putlaştırmamak, çocuklara ve hanıma iyi davranmak vs. toplumda huzuru, barışı sağlayan güzel ahlakın hakimiyeti  sağlamasıdır. Kur’an’a ters olmayan insan fıtratına iyi gelen her güzel şey sünnettir. Aslında bunların her biri kullar üzerine Allah’ın yapınız dediği emirlerdir. Allah Resulünün örnekliği de bu emirlerin en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde yerine getirilmesindeki sanatkarlığıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulamadaki sanatı…
O’ şanlı nebiye selam olsun!

FARKLI SÜNNET ANLAYIŞLARININ TEMELLERİ


FARKLI SÜNNET ANLAYIŞLARININ TEMELLERİ
Allah resulünü konumunu Kuran bütünlüğü içerisinde sağlıklı bir usul ile  ele alınması yada yanlış değerlendirilmesi ile,  doğru sonuçlara ulaşmak mümkün olmadığı gibi, bir birinden farklı sünnet anlayışlarının oluşmasına   hatta sünneti reddedenleri ortaya çıkasına neden olmuştur!.
 Mesela geleneği temsil edenler;  Bu anlayış Kuran’ı belirleyen değil belirlenen olarak değerlendirmektedir.  Yani  Allah resulünün Kuran’ı   anlaması bile doğrudan kendi üzerinden değil,  kendisine  Kuran dışından vasıtasız geldiği iddia edilen   gizli gayri mev-lüv adı ile adlandırılan  vahiy vasıtası ile   sağlandığı ileri sürülerek,  resulün örnekliğini insani boyuttan soyutlayarak onu melekleştirip robotlaştırmışlardır. Bir yönü ile başkası tarafından yazılan  bir oyunu oynayan tiyatro sanatçısı konumuna  sokabilmekteler!    Resulullah’ın  tüm uygulamalarının bağlayıcı ve sabit olduğunu  ileri sürerek sünneti   nass hükmünde görmekteler!  Ayrıca sahih kitaplarda gecen tüm rivayetleri de  dinin temeli olarak  ileri sürüp, onların vasıtası ile  dine yeni ölçü ve kurallar ilave ederek  dinde artırım yaptıkları,  hayatın her alanını dini bir kurala bağladıkları görülür!  Velev ki bu rivayetler Kuran’a, kendi içinde bir biri ile, akla ve insan fıtratına ters olsa bile!
Kuranı yeterli bulmayıp Allah resulünden  yedi sekiz nesil sonraları toplanmaya başlanmış, zan içerikli kat’ilik taşımayan, farklı kültürlerin geleneklerinden oluşan  içi mucizelerle doldurularak, her bir anlatımı hadis adı ile  kitaplaştırılan ifadelerin sünnet olarak algılanması  Müslümanlar arasında büyük kopuşlara neden olmuş ve halen bu etkisini sürdürmeye devam etmektedir.
Bu fahiş hataya çok aşırı tepki gösterenlerden  küçük bir azınlık  Kuran’ı   önceleme  iddiası ile  Kur’an bütünlüğünden kopuk parçacı yaklaşımlarla Allah resulünün örnekliği rolünü yok sayabilmekteler!.  Kısaca O’nu sadece bir elçi konumunda görülebilmekteler!
Kuran’ı önceleyen ve merkeze koyanların büyük çoğunluğu ise;  Kuran’da hüküm belirtilen açık, anlaşılır net ve muhkem ayetleri  Resulün  eylemleştirmesi, sosyalleştirmesi  hayata uygulamasını sünnet  olarak nitelendirmekteler. Nitekim resul hüküm belirten vahiy kendisine ulaştıkça onu hayata uygulamış ve sahabesine öğretmiştir. Onlarda çocuklarına. Mesela  Namaz;  vakti rekatları ve  kılınışı nesilden nesile değişmeden bütün Müslümanlara   ulaştığından  bu sünnet  mümin için kesinliği ifade eder.  Sünnet   Zanni değil kati delillere dayanmalıdır.  Dolayısıyla sünnetin söz üzerinden değil  bir vakıa ve fiil örneğinden gelmesi gerekir. Yüce Allah kitabında  Resulünün  nerelerde  örnek alınmasını ve itaat edilmesi gerektiğini yeterince açıklamıştır.  Resulullah’ın  insan olarak vahiy öncesi ve vahiy sonrası durumu, bilgi kaynağı, görevi, kendisine yapılan gaybi yardımlar, ayrıcalıklı özel halleri, itaat edilmesi ve hüküm vermesi konusundaki yetki ve sınırları, kendisine yöneltilen uyarı ve ikazları içeren ayetler  yeterli düzeyde olduğundan,  Allah resulünün konumunu ve sünnetinin değerini aydınlatmakta ve anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.  Dolayısıyla sünnet Kurana paralel yeni bir anlayış değil Kitap  tarafından belirlenendir. Denilmektedir.
Sonuç olarak her müminin iman etmesi gereken ilke,  Kuran’ın üstünde hiçbir kaynak dine yeni bir görüş ve ilke getiremez.  Allah Kuran için açık, anlaşılır ve açıklayıcı demesine rağmen onun anlaşılması için ayrıca gizli bir vahiy gönderdiğinin iddia edilmesi  zaten Kuran’ın kendisine tezattır. Allah böyle tezatlıklardan beridir. Resul ise  Allah’ın sözü üzerine  asla söz söyleyen değildir.

MÜSLÜMANLARI PARAM PARÇA EDEN HADİS KONUSU


Hadis genelde peygamberimizin;  iman, ahlak,  ibadet ve muamelat konularında Kuran’ın gösterdiği çerçevede söylediklerine denir.  Sahabe,  karşılaştıkları problemleri ona sorar öğrenir ve bir birlerine anlatırlardı.  Ancak, peygamberimizin  bulunduğu ortamda söylenilen bir şeye veya yapılan bir eyleme peygamberimiz olumsuz bir tepki göstermediği hususlara, birde sahabe biz peygamber efendimiz zamanında şu olayla ilgili şöyle yapardık gibi anlatımları kapsar. Hz peygamberimiz kendi yaşadığı zamanda hadis yazımını yasaklamış, ancak uzaktan gelenlere ibadetlerini nasıl yapacakları konusunda kendisine sorulan soru üzerine, bazı sahabeleri işaret ederek git onlar sana bu konuyu yazarak versinler demiştir. Bu da çok sınırlıdır.  Bir de Yemen’e vali tayin edilen Amr b. Hazm dinin  emir  ve  yasakları, zekât, diyet ve ceza konularını içeren idari ve siyasi talimatların yine sahabeden Cabir b. Abdullah  hacla ilgili söz ve uygulamaların günümüze ulaştığı bilinmektedir. Hadis konusundaki ilk kaynak bilgileri bunlardır. Daha sonraları bu mütalaalar milyonlarca sayfayı bulacaktır. Kuran’dan istediklerini bulamayan çıkar çevreleri siyasi ve sosyal gelişmeleri lehlerine çevirmek için kurtuluşu hadis uydurmakta bulmuşlardır. Bunun sonucu hadis sayısı üçüncü asırda tam bir buçuk milyonu bulmuştur.
Öncelikle hadis tenkidi veya eleştirisi ile hadis inkarcılığını ayırt etmek gerekir. Hadis tenkidi; hadisin  doğrusunu yanlışından ayırmak hz. Peygambere atfedilen kötü çürük ve yanlış olan hadisleri ayıklamaktır. Hadis inkarcılığı ise hadislerin hiçbir değerinin  olmadığını söyleyerek toptan reddetmektir. Bununla birlikte hadislerin korunmuşluğu yoktur.
Müslümanlar sadece Kuran’a tabi olmak durumundadırlar. Hadis vahiy değildir. Bu sebeple hadislerin hz. Peygamber tarafından söylendiği kesin olsa bile onlara uyulması zorunlu değildir. Çünkü vahiy değillerdir.  Farklı hadislerin mevcudiyetinin itikadi fikhi siyasi vb. alanlarda Müslümanların ayrılığa düşmelerine yol açtığı bununda ümmetin birliğini ortadan kaldırdığı bilinmektedir. Fakat bu gerekçelere dayanarak hadisleri tamamen reddetmek mümkün değildir. Elimizdeki mevcut hadis müdevvenatını da ne pahasına olursa olsun savunmak hatta ona dokunulmazlık statüsü tanıyıp onu kutsallaştırmak da yanlıştır.
 Peygamberimizin hadis konusundaki uygulamasına şahit olan dört halife de, hadis yazımını yasaklamıştır.  Hadis yazımının yasaklanmasının sebebi;  geçmiş dönemlerdeki peygamberlere gönderilen kitapların, daha sonra bir takım rivayet ve geleneklerle bozulmasıdır. Birde hadislerin Kuran’ın önüne geçirilmesi endişesi mevcuttur.  Hz  Ebu Bekir ve Ömer kendi dönemlerinde hadis yazılmasını yasaklamasına rağmen, içlerine sahteleri girmesin diye hadis toplanmasını sağlamak için yaptırdığı çalışmada ancak beş yüz hadis toplayabilmişlerdir. Aynı faaliyeti Ömer bin Abdülaziz de yaptırmış onun zamanında toplanan hadis bin beş yüz kadardır.
Günümüzde içlerinde belirli bir miktarda sahih olmayanlarla birlikte sıhhat bakımından  en muteber hadis kitapları Sahih-i Buhari , Sahih-i Müslim, Sünen-i Nesai , Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i İbn Mace  ve Muvatta’ olarak kabul edilmektedir.  Hadislerin toplanması en erken hicretten sonra bir ve üçüncü asırda toplanmaya başlamışlardır. Her hadis alimi, hadis toplarken kendine göre kriter oluşturup ona göre çalışmasını sürdürmüştür. Misal Buhari ve Müslim hadis toplarken topladığı hadislerin Kuran’a,  akla veya hadisin hadisle olan çelişkisine bakmadan güvenilir telakki ettiği ravilerden duyduklarını almıştır.  Burada şunu da söylemek gerekir ki, Müslim Buhari’nin talebesidir. Buhari’nin sika yani güvenilir kabul ettiği dört yüz kişi güvenilir bulmamış onlardan hadis rivayet etmemiştir.  Aynı şekilde Buhari de Müslim’in sika kabul ettiği bir o kadar kişi güvenilir bulmadığı için ondan hadis rivayet etmemiştir. 
En güvenilir olarak kabul edilen hadis âlimlerinin hadis olarak topladıkları hadislerden, bir birinin aynısı olan hadislerin sayısı toplamın çok azıdır. Birinin hadis kabul ettiğini öbürü kabul etmemiştir.
Hadislerin toplanmasında kullanılan usul beraberinde çürük hadislerin kitaplarına girmesine sebep olmuştur. Bu da şunu göstermektedir ki;  akla, tecrübeye, sarih ve mütevatir nakle, usule aykırı, şehvet ve yozlaşmaya çağırır bir karakter arz edenler, ilimle çelişenler, Allah’ın  kemal özelliklerine zıt hadislerin uydurulmuş olduğudur.
Kuran’la çelişen hadisler;
Hadis: “Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.”
 Müslim-İman 302; Buhari 97/24, 10/29; Hanbel 3/1- Başka bir hadis;  “Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.” Hanbel 5/243
Hadis: “Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.” Buhari 9/1391
Hadisin hadisle olan çelişkisiyle ilgili örnekler;
  "Kim size Peygamberimiz ‘in ayakta küçük tuvaletini yaptığını söylerse inanmayın. Süneni Nesei 1-2/25-  Bir başka hadis; Çelişik Hadis: "Peygamber'imiz bir kavmin süprüntüsüne varıp ayakta küçük tuvaletini  yaptı." Buhari 1/167
"Peygamber ayakta su içilmesini yasakladı. “Ebu Davud 4/No:3717- bununla çelişen;  Çelişik Hadis: "Peygamber'i sizin benim gibi ayakta su içerken gördüm. “Ebu Davud 4/No:3718
Akıl ile çelişen hadislerden örnek; “Nuh'un gemisi yedi kez Kabe'yi tavaf etti. Sonra da makamda iki rekât namaz kıldı"- Dünya balığın üzerindedir. Balık başını sallayınca Dünya’da depremler olur.”
 Bu deryadan herkes kendine yeni bir anlayış çıkartabilmekte ve kendisinin hak diğerlerinin batıl olduğunu iddia edebilmekte! Anlaşılmayan Kuran'ın ürettiği din budur. Kuran' anlaşılmaz diyenlerin neye hizmet ettiği görüle! Hadis kitaplarının inandırıcılığını sağlamlaştırmak içinde uydurmalar yapılmıştır. Nasıl mı?
 “Meşhur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun bulunduğu yere seyahat eder. O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda ata yiyecek vermediğini görür. Bunun üzerine ‘Atı kandıran insanları da kandırabilir’ diye, onun naklettiği hadisi almaz.”
Buhari’nin hadis toplama süresince 50.000 km yol kat ettiği ve 800.000 hadisin içinden seçtiğini nakledilir.  Meseleye biraz düşünerek bakmaya kalksak; bir kişinin bir eğitim ve sosyal hayatı olacak. At veya deve üzerinde elli bin km yol kat edecek, sekiz yüz bin hadisin ravilerini bulacak, onların güvenilip güvenilmediğini test edecek, onu kitap haline getirecek! Üstelik bu dönemde ravilerin çoğu vefat etmiş,  bir kısmı da İslam coğrafyasının dört bir yanına göçmüştü.
 En çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre’nin,  hadis konusunda şu söyledikleri dikkate değerdir. “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanında anlatsaydım değneği ile beni döverdi” der (Ez Zehebi, Tezkiretul Huffaz). Ebu Hureyre’nin şu ifadesi Müslim’de geçer: “Ömer ölünceye kadar ‘Allah’ın Resulu buyurdu’ diyemezdik” (Müslim, 1. cilt).
Hz. Ömer’in Ebu Huriye’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer, Ebu Huriye’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini, Allah ve Müslümanlar için değil de senin için versinler diye mi geldin?” der ve Ebu Huriye’yi döver. Hz. Ali de Ebu Huriye’yi yalancılıkla itham eder.  (Zehebi, Siyer).  Kime inanacağız!?
Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin aktardığı bir hadiste ise Hz. Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın ve Kitabı’nın düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dinarın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt). . Hz. Ayşe’de Ebu Hureyre’ nin  bir çok rivayetlerine itiraz etmiş, bakış acısını tenkit etmiştir.
Emevi ler dönemi, Ebu Hureyre’nin altın çağı olmuştur. Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir.  Bu hususa yönelik; İbni Kesir’in “El Bidaye Ve’n Nihaye” eserindeki şu hadisler, Ebu Hureyre’nin nasıl karşılık verdiğini göstermektedir:
Ebu Hureyre rivayet eder ki: “Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: ‘Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla’” İbni Kesir, El Bidaye Ve’n Nihaye- Ebu Hureyre’den yine şu hadis rivayet edilmiştir: “Allah’ın Resulu şunu derken duydum: ‘Allah, vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye’” İbni Kesir, El Bidaye Ve’n Nihaye -  Ebu Hureyre’nin “Av ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürün” hadisine tarla köpeklerini de eklemesi üzerine İbni Ömer, Ebu Hureyre’nin tarlaları olduğu için böyle bir yalanı uydurduğunu söylemiştir (Cemal Sait Aktaş, Hadis Kritiği Makalesi).
 Cerh ve tadille dikkat edildiği söylenen hadisçilerimiz ne hikmetse Hz Ömer’in sözlerine hiç dikkat etmemiş!
 Sonuçta Hadis nakilcilerinin itibarını  kurtarmak için; Allah’ın peygamberlerin ve dini değerlerin,  itibarının hiç hesaba katılmadığı bir  ortamda yaşamaktayız.  Allah’ın dinine ve peygamberlere yapılan iftirayı görmezden gelecek kadar körleşmişiz! Bunlara örnek yüzlerce hadisten sadece üçü; Hz peygambere büyü yapıldığı,  Hz İbrahim’in üç yalan söylediği, Hz Musa’nın Azrail’in gözünü kör ettiği yalanı en sahih dediğimiz kitapların baş tacıdır.
“Şurası unutulmamalıdır ki, vakıa olarak Kuran’ı belirleyen; sünnet, hadis, icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kuran’dır. Din ile ilgili bütün belirlemelerin kaynağı, Rabbimizin Hz. Muhammed’e vahyettiği ve günümüze mütevatir bir yolla gelen, korunmuş olan Kuran’dır”. (Hamza Türkmen)
Hadis konusu çok tartışmalı bir konudur. Yorum katmamaya çalıştım. Bu konularla ilgili tereddütler burada ifade edilenin  kat be kat üzerindedir. Sadece kardeşlerime bu konuda söyleyeceğim hadis adı ile gelen her rivayet için Kuran ve akıl terazisi şarttır.
Özellikle Yahudilik’ten İslam’a geçenler, Yahudilik’teki birçok hikayeyi, uydurmayı “hadis” adı altında İslam’a taşıdılar. Bunu İslam’ın saflığını bozmak için yaptıkları görüşü hakim olsa da, eski adetlerinden, eski dinlerindeki inançlardan kurtulamayıp, kendilerince katkı sağlamak veya dinimizi Yahudileştirmek gibi niyetlerle de yaptıkları düşünülebilir. İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde konuyla ilgili şu açıklamaları yapar: “Hadis nakil tefsirleri yanlış doğru, makbul merdud her şeyi içeriyordu. Bunun sebebi şuydu; Araplar ne kitap ne de ilim ehlindendiler. Onlara hakim olan yaşam tarzı bedevilik ve cahillikti. Yaratılışın esrarı, kâinatın durumu, vb. konularda bir şey öğrenmek istediklerinde bunu kendilerinden önce Kitap verilenlere sorarlar ve bu konularda onlardan yararlanırlardı. Bunların aralarında Kab el Ahbar, Vehb İbni Münebbih, Abdullah bin Selam vardı. Hadis nakli tefsirler bu tür kişilerden yapılan nakillerle dolmuştur. Tefsirciler bu hususta gevşek davranmış ve tefsirlerini bunların nakilleriyle doldurmuşlardır.” İbni Haldun’un anlattıklarını, birçok tefsirde gözlemlemekteyiz

KURAN BİZE YETER Mİ, O’NU YETERİNCE ANALAYABİLİR MİYİZ?



Kuran anlaşılır mı? Sorusuna anlaşılmaz,  Kuran yeter mi? Sorusuna da yetmez demek Allah’a itirazda bulunup yalan çıkartmaktan başka bir şey değildir. Çünkü Allah,  “Bu kitap; hidayettir, ışıktır, dosdoğru yoldur, kılavuzdur acık ve açıklayıcıdır.  Bu kadar detaya rağmen size yetmedi mi?” Demektedir!  Bu ifadelerin hiç birisi tevil götürecek fulü sözler değildir. Dinde Kuran asıldır. Öğrenmeye öncelikle doğru bir mealleri okuyarak başlamak şarttır.                                              Kuran’ın anlaşılması ve yeterli olup olmadığı hususu ile tefsir ve  meal konusunda da insanımız  arasında  uyumsuzluk hatta kavga derecesinde bir anlaşmazlık söz konusudur!. Bu her ne kadar Kuran’ı kabul yada ret konusunda bir anlaşmazlık olmasa da ateşli tartışmaları içinde barındıran bir yara.
 GELENEKSEL Rivayet odaklı anlayış;; “Kuran’ı asla biz anlayamayız. Onu yalnız peygamber açıklamıştır. O açıklamalarda bize hadis adı ile ulaşmıştır” demektedirler . Bu anlayış içinde olanların bir çoğunun din algısı, uydurma rivayetleri asıl kabul ederek, Allah ve resulüne iftiraları ve çelişkileri Kuran’ın anlamı diye Kitaba yedirdiklerini, dine zam yaptıklarını görüyoruz
Kuran’ı merkeze alıp, kuranın onay verdiği sünneti sahiplenenler: Kuran’, Yeteri kadar detaylı,  açık ve açıklayıcı, olduğunu zaten kendisi söylüyor. Peygamberin Kuran’ı  tebyin görevi yani açıklaması demek, anlaşılmayan ifadeleri anlaşılır hale getirmek, tercüme anlamında bir açıklama değildir. Allah tan aldığını değiştirmeden ümmetine acıklamasıdır. Üstelik Allah, kitabı acık ve açıklayıcı gönderiyorum ki bunu size başkası açıklayıp ta üzerinize tahakküm kurmasın. Demesine rağmen Kuran’ı  anlaşılmaz ilan etmek, iyi niyet değildir.!  Zira peygamber açıkladı diye sunumu yapılan ayetlerin bir kısmı Kuran mantığına uygun olsa bile,  birçoğunun anlamları yalan hurafe hatta içi şirk dolu sözlerdir. Bunlar hem Allah’a hem de resule iftiradır” demektedirler.
Kendilerini Kuraniyun adı ile tanıtanlar; Bunlarda Kuran’ın yeterince açık ve anlaşılır olduğunu en ileri derecede savundukları halde aynı ayeti anlama  konusunda bile görüş birliği içinde olmayan, peygamber vazifesini yapmış gitmiştir diyerek nebi  örnekliği kabul etmeyenlerdir.! Rivayet geleneğinin makul olmayan dengesizliğine tepki olarak çıkan Kuraniyun adı anılan bu grup aslında modern hurafe ekolü yani Reşad Halife’nin temsil ettiği bir yapıdır.!  Bunlar tövbe suresi son iki ayetini yok  sayan,  bazı ibadetlerde de  ıskonto yapan ekoldür..
Fikir ve anlayış benzerliği içinde olan her insanın her konuda aynı kabulleri olduğunu söylemek elbette güçtür. Hiçbir anlayışta homojen bir yapı yoktur. Kendi içlerinde farklılıklar vardır.  

KURAN’I PEYGAMBER VE SAHABESİ İYİ ANLADI DA, BİZ NEDEN ONLAR KADAR ANLAYAMIYORUZ  MANTIĞININ ARKA PLANINDAKİ İDDİALARI ELE ALIRSAK; 

Kuran, Hz Muhammed’e O’nun lisanı olan Arap dili üzere idi.  Resul, coğrafyanın, o toplumun ve o kültürün bir ferdi idi. Yine o toplumda tevhit  (İbrahim’in)dininden yaşanan bozulmamış parçacıklar vardı. Dolayısıyla hangi ayetin hangi olay üzerine, kimin bir hareketine yönelik, hangi sorunların çözümüne yönelik indiğini en iyi bilen O ve arkadaşları idi. Hatta müşriklerin bile acaba bundan sonra gelecek ayet ne diyeceği onların da merak konusu idi.!  Dolayısıyla Kuran’ın ne dediğini sahabesi hatta  İranlı Selman Farisi bile  biliyor ve anlıyordu.                   Kuran’ın sözlerini kabul etmeyen ya da ağır bulanlara “Kuran bu kadar acık iken hala anlayamadınız mı? Size bu kadar öğüt yetmedi ?..! Kıyamette bu kitaptan sorgulanacaksınız!  Ne kadar az düşünüyorsunuz?” Gibi tekrar tekrar sitem ve tehdit içerikli uyarılar tekrarlanıyordu. 
Kuran’ı, indiği toplum müşrikler dahil  anlıyordu da, biz niye onlar gibi anlayamıyoruz?
ELİMİZDEKİ VERİLERE BAKARAK ANLAMA KAPASİTEMİZE BAKACAK OLURSAK;  Kuran 23 yıllık bir sürede bir birinden bağımsız olaylar ve konular üzerine inmiş bir kitaptır. Dolayısı ile bir roman gibi konu bütünlüğü giriş gelişme sonuç bölümü yoktur. Sure ve ayetlerin Kuran’a dizilişi nüzul sırasına göre değil serpiştirilmiştir. Ayrıca ayetlerin nüzulü ile ilgili doğru bilgiler elimizde olsa da bunlar yeterli değil. Bugünkü Arap lisanı bire bir Kuran’ın indiği dönemle aynı değildir. Her lisan gibi bir sürü değişikliklere uğramıştır. O dönemki toplum kültürü, İbrahim’i dinden kalan hakikatlerin tamamının ne olduğu ile ilgili yeterli bilgilerden yoksunuz.  Kısaca elimizde Kuran’ı sahabe gibi anlayabilecek doneler yetersizdir. Bu bir realitedir.
Bu verilerin eksik olması tatbikî Kuranı anlaşılmaz olduğu anlamına gelmemektedir.  Toplum tarafından geçmişi bilinen bazı konuların anlatımında detay olmasa bile Kuran detaylandırılmış bir kitaptır.  Dolayısı ile Kuran anlaşılabiliyor. Nasıl?  Üzerinde uzun yıllar çalışıp emek verenler, Kuran’ın kendi kendini açıklayıcı yönünü kullanarak, (anlaşılmayan bir ifadenin başka bir konu içinde açıklanması) bir mesele ile ilgili bütün ayetleri bir araya getirip ortak bir okuma yaparak,   Kuran’ı bütüncül mantığından parçaların ne dediğine bakarak.  Buna ilaveten Kuran mantığına ters olmayan çelişkili bir durum arz etmeyen yaşayarak günümüze kadar gelen nebevi uygulamadan da faydalanarak Kuranı anlayabilmek mümkündür.  Nitekim anlayanlarında azımsanamayacak kadar çok olduğunu kabul etmek gerek.
Meselenin esası,  meal okuyan herkes Kuran’dan hüküm çıkarmaya kalkmamalı, Kuran ne diyorsa ben tamamını anladım dememeli. Yani kendisini Kuran alimi sanmamalı. Bu o kadar kolay değil. Bayağı bir emek isteyen konu. Ama dini öğrenmeye kalkan herkesin şirk batağına düşmemek için ilk okuması gereken kitap güzel hazırlanmış bir meal olmalı.  Okumaları ile Nebi örnekliğini birleştirdiği zaman, yani Bakara 143 de söylendiği gibi aşırılığa  gitmeden inançta dengeye dikkat etmesi halinde sanırım ortada sorun kalmayacaktır.
 Kur'an'ın mübiyn olması, onda her şeyin en ince detayına kadar açıklanmasını gerektirmediğinden bahsetmiştik.  Nedeni, Kuran ın indiği toplum, din adına hiçbir şey bilmeyen  bir topluluk değildi. İslam Hz Âdemden beri insanlığa seslenen, ilkelerini ortaya koyan bir dindir. Dolayısıyla Hz. Muhammed'e verilen mesajlar daha önceki resuller vasıtası ile gönderilmiş mesajların bir benzeridir.  Onlardaki bozulmamışları tasdik, eksiklikleri giderme, bozulmuşluğu da tamamen kaldırması işlevi vardır.
Yukarda Kuran’ı doğru anlamak için indiği toplumun tüm sosyolojisini dikkate almak gerek dedik. Misal o coğrafyada yaşayan kadın erkek sıcaktan dolayı hepsi başını örtmekte idi. Bilindiği üzere günümüzde başörtü ayeti diye bilinen Nur suresi 31 ayette her ne kadar baş örtüsü var dense de, meallerdeki baş örtüsü yorumdur. Aslı olan örtülerini yakalarında açık kalan yerlerin örtülmesi yönünde emir vardır. Pekiyi neden başın bütününün örtülmesine değinmemiştir. Nedeni gayet açık. Zira zaten o toplumda bütün kadınların başı örtülüdür. Örtülü baş için tekrar kadınlar başını örtsün demeye ihtiyaç duyulmamıştır. Bir eksiğe vurgu yapılmıştır. Bu örnekte de olduğu gibi düz bir meal okuma ile Kuran’dan hüküm çıkarmak doğru değildir.   Ama dini öğrenmek içinde Kuran’ın anlamını anlamaya yönelik bir emek şarttır. 
SON CÜMLE;  Kuran’ı peygamber açıklamıştır. Ondan başka kimse açıklayamaz diyenlerin Allah’ın kulu ve elçisi olan peygamberi nur-u Muhammedi doktrini ile yücelterek Allah resulünü hayattan dışlayarak, hurafe ve yalan batağına düştüklerini görüp onlardan efsunlanmamak gerek.                                                                             Ben dinimi Kurandan öğrenirim. Peygamber vazifesini yapıp gitmiştir, tayipte Yahudilerin Musa'yı yalnız bıraktığı gibi, ondan gelen tüm müktesebatı vahiy onay verdiği halde çöpe atanları, Kurandaki bazı ayetleri, Namaz ve bazı dini vecibeleri nasıl yok sayma hadsizliğine düştüklerini, birçoğunun aynı ayete farklı anlamlar yüklediğini de görmek gerek. Yani din kolay kolay kimseye emanet edilecek bir husus değildir.
En makulü haddi aşmadan orta yolda kalmaya bakmak.

KURAN’I ANLAŞILMAZ ONU ANCAK PEYGAMBER AÇIKLAR NE DEMEK?



Allah resulünü KURAN’a muhalif sözler söyleme konumuna getirenler, bu rivayetleri çoğaltıp yayarak bir konum elde edenler bilerek veya bilmeyerek   baştan beri  Müslümanları bir birine düşürmüş, Kuran’a iman ettik diyenlerin farkında olmadan, Kuran karşıtı söylemler üretmesine sebep olmuştur. Üretilen en  büyük iftira ve yalanlardan birisi, Allah ın anlaşılır dediği kitabı anlaşılmaz ilan etmişlerdir. Daha sonra lafzını bozamadıkları kitaba uydurma anlam ve tevillerle bu kitabı ancak peygamber açıklar mantığını ileri sürerek bu yalanlarını uydurma rivayetlerle beslemişlerdir… İşte bunların en başta gelenlerinden bir örnek;
" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"
Kuran’a uyup uymadığına bakılmadan, metin tenkidi ve araştırması yapılmadan adı sahih olan kitaplara doldurulan bu tür yalan rivayetler arasında yukardaki iftiranın farklı versiyonları vardır.
 Sonuç olarak bu yalanların söylediği şudur; Nisa 113, Bakara 151 ve daha bir çok yerde yüce Rab’ın Allah resulüne kitap dışında hikmeti ve bilmediği şeyleri öğrettiğini ifade ederken, bunlarla neyin kast edildiği de ayetlerin önünde yada devamında anlatılmış olmasına rağmen, bu zihniyet ilgili ayetlere anlam kaydırması yaparak, buradaki Hikmet'ten kastın da; Kur’an’dan bağımsız gayri metlüv olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bunun da sünnet ve hadis olduğunu dini yeni öğrenen nesillerin beyinlerine yerleştirmişlerdir. Daha Sonra bu isabetsiz yorumu açık kapı olarak görenler Kuran’a söyletemedikleri yalanı, iftirayı, rüşveti, her türlü namussuzluğu, uydurdukları rivayetlerle peygambere söylettirmişlerdir
Bu yalanların içinde inananlara Kuran’ın islamın anlaşılması ve yaşanmasına yetmeyeceği, Kuran’ yeter diyenlerin de gelecekte hadis ve sünneti red edeceklerinin işaret edildiğini yine uydurdukları hadis yoluyla müminlerin itibar ettikleri kaynaklara sokuşturmuşlardır. İşin garibi bu hadisi peygamberimiz Hayber dönüşü koltuğa oturarak naklettiği tabakat kitaplarında yer alırken, hadisi nakledenin birisi Hayber fethine hiç katılmadığı, diğer nakilci Miktan bin ise Hayber in fethi sırasında çok küçük bir çocuk olduğu yine ilk kaynaklarda yer almaktadır. Bu çelişkiyi herkesin araştırıp bulması elbette mümkün olmamakla birlikte bu yalanı bilerek satanlar ve o sahtekarlardan din satın alanların vay haline! Din her satıcıdan alınacak bir mal değildir! Araştırma kültürünü yok edenler, batılı tenkit edenlere yapılan düşmanlıklar, kendi doğrusunu başkalarına dikte ettirenler yüzünden geldiğimiz nokta; Müslümanların bugünkü zelil hali! Bölünme, birbiri ile kavga, tefrika, dalavere üç kağıt her türlü namertlik ve sahtekarlık.! Netice; Açlık sefalet ve  kan……..Böyle bir Allah dini düşünebiliyor musunuz?..!



SOFİLERİN KADER ANLAYIŞLARI


Sufilerin bağlamını gözardı ederek okudukları bir ayet.
Bugüne kadar hem Kaderciler (ehli sünnet cebriyesi) hem de Sufiler tarafından istismar edilen "Attığın zaman sen atmadın! Lakin onu Allah attı" ayeti bağlamıyla ve sebeb-i nuzulüyle okunduğunda apayrı bir gerçek ortaya çıkmakta.
Rivayete göre Bedir’de Rasulullah’ın attığı mızrak Ubeyy b. Halef’in boğazını sıyırmış geçmiş, onu atından düşürmüş ve geri dönüş yolunda da Mekke’nin şeytanlarından olan bu kimse ölmüştü. Ubeyy’i öldüren Peygamber olmasına rağmen ayet “Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı.” [8/17]; Ya da Bedir savaşı için sefere çıktığında “Rabbin seni evinden çıkardı” [8/5] şeklinde Allah merkezli bir anlatım söz konusudur. Yani; –Kur’ân’ın sahip olduğu teocentrik anlatım yapısı nedeniyle- zafer nasıl Allah’a nispet edildiyse, korku, vesvese gibi şeyler de şeytana atfedilmiştir.
Ayetin ana teması: Zafer Allah’tandır. Şimdi ganimet paylaşımı için birbirinizle tartışıyorsunuz. Oysa siz daha dün “sanki göz göre göre ölüme sürükleniyormuşçasına” savaşa çıkmak istemiyordunuz. Siz Kureyş ordusunu değil, ticaret kervanını (ganimeti) arzuluyordunuz. Ordu ile karşılaştığınızda da düşmanın çokluğundan korkmuş, susuz kalacağınızdan endişe etmiş, savaşın akıbeti konusunda içinizde bir sürü tereddüt/şüphe oluşmuştu. O hengâmede Rabbi’nize iltica etmiş, can-ı gönülden O’ndan yardım istiyordunuz. O da: “Ben size görmediğiniz kuvvetlerimle (meleklerimle) yardım edeceğim” demişti. Allah tüm bunları size bir müjde olsun ve kalbiniz bununla yatışsın diye yapmıştı. Nusret Allah’tandır. [8/5-10] Allah içinize bir güven ve huzur (haklı olmanın özgüvenini) verdi. Gökten de rahmetini indirdi. Onunla su-suzluğunuzu gidermiş, cünüp olanlar da arınmışlardı. Tüm bunları da şeytanın riczini (pisliğini) sizden uzak tutmak, kalplerinizi pekiştirmek (cesaretlendirmek) ve ayaklarınıza sebat/ direnme gücü vermek için yapmıştı. [8/11]

Mekke şeytanlarının şirkinden kurtuldunuz. Size zafer lütfeden rabbinize şükredeceğiniz yerde şimdi ganimet paylaşımında sorun çıkarıyor, huysuzluk ediyorsunuz.
Deki: “Ganimetler Allah’ın ve Resulünündür. Allah’tan korkun! (Ganimet taksimi yüzünden yaptığınız tartışmalardan dolayı *) aranızda oluşan husumeti, kırgınlığı düzeltin! ” [8/1]
-------------------
Şimdi nerede fenafillahçı yorumlar. Yok Peygamber savaş esnasında serapa Allah kesilmiş, yok attığı mızrağı o atmamış da Allah atmış falan da filan. Halbuki ayetin dediği savaşı Allah'ın yardımı ile kazandınız. Şimdi ganimet paylaşımında kavga ediyorsunuz.
--------
* Ubâde b. es-Sâmit’ten: Allah düşmanı hezimete uğratınca, Müslümanlardan bir gurup peşlerine takılıp onlardan yakaladıklarını öldürdüler. Bir kesim de Rasulullah’ın etrafını çevirmişlerdi. Bir başka kesim ise karargâhın etrafını dolanmış ve talana koyulmuştu. Düşmanı uzaklaştırıp onları takip edenler döndüklerinde şöyle dediler: Düşmanı takip edenler bizleriz. Ganimet bizim hakkımızdır.
Rasulullah’ı muhafaza edenler: Bilakis bu ganimet bizimdir. Rasulullah’a düşman zarar vermesin diye onun etrafını kuşatanlar bizler olduk.
Talanda bulunanlar da: Siz ona bizden daha bir hak sahibi değilsiniz. O bizimdir. Çünkü onu ele geçirenler bizleriz.( Kurtûbî, Tefsir, c.7. s. 360.)
ALINTI