27 Haziran 2016 Pazartesi

MEZHEP KONUSUNDA MUTLAK BİLİNMESİ GEREKEN BİR İKİ HUSUS


Dini hayatın bütünü içinde akla mezheplerin gelmemesi mümkün değildir.  Hemen şunu söylemek gerekiyor ki hiçbir alim,  mezhep kurmak için  yola   çkmamıştır. O günkü ortamda yeni sorunların doğması,  İslam’ı yanlış yollara saptırma gayretleri  karşısında, ismi bugünlere ulaşan ve ulaşmayan bir çok alim, boş durmamış camilerde mescitlerde eğitim kurumlarında doğruları anlatmaya devam etmişlerdir.  Bu süreçte talebeler yetiştirmiş,  güncel sorunları Kuran, sünnet, hadisler  ve toplum kültürü-geleneği  ışığında yorumlama gayretini sürdürmüşlerdir. İmamlar, meselelere farklı yaklaşım sergilemişlerdir. Kimi Kuranı ve aklı, kimi Kuran’ı  ve hadisleri  öncelemiş Mevcut uydurmalardan azami uzak kalma gayretlerini  elden bırakmamışlardır. Alimlerden bir kısmının talebeleri, öğrendiklerini sistematik hale getirip kurumsallaştırmışlardır.  Kendi dönemlerinin sorunlarını çözerek, o günkü toplumlarında kabul görmüşlerdir.     Yine bu kişiler ortaya koyduğu eserlerinde, yorumlarının altına, en doğrusu budur yerine  “Doğrusunu Allah bilir” deme ferasetini göstermişlerdir.  Çünkü onlar,  günlük sorunlara buldukları cevabın, Allah ın cevabı değil, kendilerinin yorumu olduğunun bilincindeydiler. Başlangıç böyle iken daha sonraları mezhepler, İslam toplumunun en büyük sosyolojik ve politik kırılma noktaları haline gelmiştir. Bu süreç; insanları tahkik etmek yerine taklitte yöneltmiş, din anlayışı mezhebi yorumlardan olmaya başlamıştır. Böyle olunca da; İslam’ın insana, topluma, ve tabiata olan geniş ve özgürlükçü  bakışı, mezhepçilik gözlüğü ile daraltılmış sıkıştırılmış ötekiler oluşturan siyasi bir argümana dönüşmüştür.  Bu katı taraftarlık pozisyonlarını güçlendirmek için kendi mezhep imamlarıyla ilgili öyle hadisler uydurmuşlar ki, Kurtuluşun sadece kendileri için müjdelendiği anlamına gelen sözleri  Hz. Peygambere söyletmişlerdir.

Bu sürecin devamında bu faaliyetler o kadar da masum gelişmelerle kalmamıştır!.  Farklı bakış acılarından dolayı değişik görüşlerin çıkmasıyla, çok acımasız suçlamalar,  tahammülsüzlük,  hatta bir birinin kanını dökmeye kadar yaşanılan örnekler yaşanmıştır.

 Devrin büyük imamı, İmamı Azam,  meselelere yaklaşımda;  Kuran ve onun ışığında akla önem vermesinden dolayı rey ekolünü temsil ettiği söylenmektedir.  Onun hadisler konusundaki görüşü diğerlerine göre daha temkinlidir. Kuran’a aykırı gördüğü sözler için,  Allah’ın peygamberleri; Allah’ın kitabına muhalefet etmezler. Zaten Allah’ın kitabına muhalefet eden de, Allah’ın Peygamberi olamaz. Nebi’nin adını kullanarak, Kuran’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi ret etmek, Peygamberi ret ve onu yalanlama değildir. Bu ancak, Peygamberden batıl rivayette bulunan kimseyi reddetmek demektir. Dolayısıyla,  Hz peygamberin Kuran’a aykırı her hangi bir söz söylemesinin mümkün olmadığını,  Rivayetlerden  Kur’an’a aykırı olanların Peygamberimizin sözü olmayacağını ifade etmiştir. Her kelimesiyle Hz. Peygamber’in sözü olan hadis  (mütevâtır hadislerin) sayısı nın öyle söylendiği gibi çok olmadığını, bunların dışında kalanların tamamında az veya çok, şu veya bu yönden tartışılabileceğini hiç çekinmeden ifade etmiştir. Bunlarla birlikte, Kuran ve Hz. Muhammed dışında her kitabın ve kişinin eleştirilebileceğini açıkça ifade etmiştir. 

Emevi ve Abbasi dönemlerini yaşayan, siyasetin din adına yaptığı haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme, bu dönemlerde şahit olan ve karşı duran imam, neden hadisler konusunda bu kadar temkinli davranmıştır? Sorusu düşünülmeye değerdir. Çünkü en çok uydurmalar; zulüm iktidarları dönemlerinde liderlerini ayakta tutmak için uydurulmuştur. Akşamdan sabaha piyasaya yeni hadislerin çıkartıldığına şahit olduğu için yalanlara itibar etmemiştir.   Yalanlara karşı mesafeli durduğu için, bir kısım çağdaşları ile, daha sonraki süreçte gündemi belirleyen hadis ekolü temsilcileri, ona muhalefet ederek, acımasızca tenkit etmişlerdir. Onun mürcie, Cehmiyye gibi sapık mezhep mensubu olmakla suçlanmış,  yalancı olduğu, zaman zaman müşrik duruma düştüğü bile dillendirilmiştir. Bunlardan bir kısmını örneklendirmek gerekirse; Tarihçi Ebu Nuaym el-Isfahanî (ölm. 430/1038), Hilyetü’l-Evliya adlı ünlü eserinde “Ebu Hanife’nin vücuduyla toprağın altını kirleten Allah’ı tespih ederiz.” Hadisçi İbn Hibbân (ölm.354/965), ‘Kitabu’l-Mecrûhîn adlı eserinde, İmamı Âzam’ı ‘itikadı bozuk’ yani ‘kâfir’ ilan ederken, iddialarını, İmamı Âzam hakkında görülen bazı rüyalara dayandırmıştır.

Hambeli mezhebi imamı, Ahmed b. Hanbel ‘El-İlel’ adlı eserinde başkalarından naklen diyor ki:

 (Ahmed b. Hanbel, Kitabu’l-İlel, II, 264, 428) yine  Ahmed b. Hanbel’in oğlu başkalarının ağzından Ebu Hanife’nin sapık mezhepli olduğunu savunur:  Ebu Hanife mürcie idi. (Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sunne, I, 207)  Hadisçi Ebu Davud şöyle der:

 Malik b. enes, şafii ve ahmed b. hanbel ebu hanife’nin sapıklık içinde olduğunda ittifak ettiler  (hatib el-bağdadi, tarih, xııı, 383-384)  ahmed b. hanbel malik b. enes’ten şunu nakleder:  az kalsın ebu hanife dini yıkacaktı.

Başka örnekler, İbn-i Hibban Ebu Hanife için; Hadis bilgisi zayıf 130 hadisin 120 sinde hata etmiş, küfürden iki defa tövbeye davet edilmiş, Ümmetin fitnecisi, Muhammed’in dinini değiştiren, Peygamberin hadisine hurafe diyen, Sika ve emin olmayan .. gibi ithamlarda bulunmuştur. İmam Buhari ise;  Ebu Hanife’nin reyine ve hadislerine itibar edilmeyeceğini Tarihu’l Kebirinde belirtmiştir.  Tarihu’l sağiri’nde ise, Nuaym bin Hammad yoluyla naklettiği bir rivayette Fezari’nin şöyle dediğini nakleder. Süfyanı Sevri’nin yanında idim. Ebu Hanife’nin ölüm haberi geldi. Süfyan, “Elhamdülillah! O İslam’ı ilmek ilmek çözmek isteyen birisiydi. İslam’da ondan daha uğursuz doğmamıştır.”  Buradaki sözler ona yapılan saldırılarının çok azı bir boyutudur.

İslam dininin ubudiyet dini olduğu gerçeğini, imamı azam görüntüsüyle geri plana atmak isteyenlerin, onu sevdiğini iddia edenler tarafından yapıldığını görmekteyiz.  İki rekât lık namazında Kuran’ı iki kere hatim etmesi, kırk yıl, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılıyor olması gibi asılsız iddialarla onun sosyal hayattaki aktivitesi, haksızlığa başkaldırısının üstü örtülmeye çalışılmıştır. Zira hayatı ilim, talebe yetiştirmek ve  haksızlıklara karşı mücadele ile geçmiş bu insan  aynı zamanda yer, içer, uyur, ticaret yapar ve ev geçindirir. Bu kadar meşgale içinde nasıl olurda   kırk yıl geceleri sabaha kadar mescitte  kalır!..? iki rekat namazda  Kuran’ı iki kere hatim ederken diğer vakitler güme gitmez mi? Bu övgü, onu yüceltme mi yoksa başka amaçlar mı taşıyor düşünülmeli!..?

Müslüman düşünürlerin bir birlerini eleştirisi yukardakilerle sınırlı kalmamış, Kuran dışı farklı kaynakların öncelenmesinden dolayı ifrat ve tefritin esiri olunmuş, işi bir birlerini katletmeye kadar götürmüşlerdir.  Örneğin Buhari’nin memleketine konulmaması  ve memleketi dışında öldürülmesi, Taberi’nin  evi başına yıkılarak öldürülmesi, yine hadis alimi nesai’nin Bağdat’ta linç edilerek  öldürülmesi, Gazaliyi eleştiren meşhur alim Bikai’yi ölesiye dövülerek öldü diye bırakılması, hep bu tarafgirlik farklı yorumları din yerine konulmasından dolayıdır.  Maalesef tarihimizde ve günümüzde böylesi hakikatler vardır.   İslam mezhebe indirgendiği zaman  kendi mezhebinden olmayanları,  başka dine mensupmuş gibi küfürle itham edilenlerin, ne şekilde islam dışılığı sergilediği açıkça ortadadır.  Bu anlayış; dışlayıcı, ötekileştiriçi ve tahakkümcü bir tutum ortaya çıkarmaktadır.  Misal Ehli-Sünnet Vel-Cemaat bu konuda geniş bir çoğulculuğa, hoşgörüye ve zenginliğe sahip, tekfiri benimsemeyen bir görüş iken günümüzde  İslam eşittir ehli sünnet, ehli sünnet eşittir Hanefilik, Hanefilik eşittir filanca tarikat oda eşittir onun falanca kolu yada cemaati gibi algılanır olması ne hale geldiğimizin göstergesidir.!

Mezhebi; din,  hadisleri; vahiy olarak görmek  “muhakkak ki bütün müminler birbirlerinin kardeşidirler'' ayetini ni amacı dışına  çıkarttığı için, yeni kardeşlikler ihdas olunmuştur..  Dini anlamada;  rey veya içtihatlarda farklı kanaatlerde olmak elbette olabilir. Ancak bu, müminleri parçalamamak ve kardeşlik ayetini zedeleyecek ölçülerde olmaması kaydıyla. Zira yüce Kuran; Enam159:''(Ey Muhammed)fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz.'' Demektedir

Zaten mezhebin din olmadığının en basit kanıtı, birden fazla mezhebin olmasından da anlaşılmalıdır. Zira hakikat bir iken, mezheplerin birçok konuda farklı anlayış ve yorumları mevcuttur. Bunları şu veya bu şekilde tevil etmek yerine, mezhep imamlarının, âlimlerin, hadis ekolünün ileri gelenlerinin, tasavvuf erbabının, tarikat şeyhlerinin, cemaat önderlerinin, insan olduğunu unutulmamalıdır. Bunların meseleye bakışı; aldıkları kültür çerçevesinde,  kendi bulundukları zaman zemin ve şartlar acısından farklı bakabilecekleri normal görülmelidir.  Bazılarının zannındaki gibi, masum olmadıklarını, yanılabileceklerini,  rüya, ilham veya başka metotlarla bilgilerini haşa Allah’ tan, ya da peygamberden aldıkları imasının zinhar yalan olduğunu bilinmesi gerekir. ilhan yada rüyanın  bir kısmı doğru olsa bile, bu doğru sadece o kişinin kendisini bağlar. Bu görüş ehlisünnet akidesinin en önemli esaslarından biri olmasına rağmen  ehlisünnet iddiası ile nice camların devrildiği ehli sünnetçilerin neden dikkatini çekmez!.?

 Her hangi bir düşünceyi, kişiyi sevmek ve nefret etmek konusunda aşırıya gitmek, mümine yakışan bir ahlak değildir.  Şu da bir gerçektir ki; insan sürekli değişim ve gelişim içindedir.  Ayniyle değişmeden kalmak ölüler içindir. Yukarda sözü edilen üstatlar kim ve hangi konumda olursa olsun hayatları boyunca birçok konuda görüşleri değişmiştir.  Bunun örneği pek çoktur. Bir alim önce yazdığı ve savunduğu bir konuyu, daha sonraki eserinde değiştirdiğini görebilirsiniz.  İmam Şafi’ kitaplarını yazdırdığı talebesine “eğer ömrüm olsaydı geriye  Kuran dışında  bir  şey bırakmazdım” demesi, yaşadığı sürece birçok kez fikirlerinde değişim yaşandığı,  yine imam şafi’ nin   değiştirdiği birçok görüşünü başka bir mezhep olan Maliki mezhebi doğru görüş olarak uygulaması, Saidi Nursi’nin görüşlerindeki değişim bazı örneklerdendir.

Mezhepli olmak ayrı şey, mezhepçi olmak ayrı. Mezhepçiliğin kavmiyetçilikten bir farkı yoktur.   Adam, mezhebi din görüyor, her yorumu Kuran’ın anlamı sanıyor. Mezhepsiz ligi dinsizlik olarak algılıyor.  Daha kötüsü nerdeyse Kuran’ı bir mezhebe dönüştürmeye çalışıyor. Bu bakış tarzına tepkisel olarak Hz. Peygamber’imizin mezhebi var mıydı? Ya da peygamberimiz hangi mezheptendi? . Demeye başlıyor bazıları. Geçmişte ve günümüz toplumunda, bu soruları çok haklı kılacak davranış ve  inanç biçimlerini  unutulmamalıdır.  Mesela İranlı Ali Şeriatı  İran daki anlayışın Ali şia’sı değil,  safevi Şia lığıdır demesi yüzünden  “Sünni Oldu” diye büyük  tenkitlere uğramış ve öldürülmüştür. Ülkemizde de şia anlayışının tamamını eleştirmeyenlere şia oldu diye yafta lanması bunlara örnektir. Bunlar bir mezhepse yanlışı da vardır doğrusu da… Şu hakikat unutulmamalıdır ki mezhepler siyasetten beslendiği için birinin benimsediğini benimsememek için İslam dışı uygulamaları bile İslam’dan saydıkları olmuştur. Yani birin ak dediğine diğeri Allah’tan korkmadan kara demişlerdir.

 Mezheplerin  ortaya çıkma nedenlerini anlamaya çalışırken; şartları,  yaşanan karışıklıklar, halkın okuma yazma düzeyinin düşüklüğü,  teknolojik şartların yetersizliği, dil acısından Kuran’ı anlayabilmenin zorluğunu, sosyolojik gelişmeler neticesinde, toplumun sorunlarına cevap istemesi gibi ihtiyaçlarını dikkate almanız gerekmektedir. Bütün bunlara bakıldığında mezheplerin zorunlu olarak ortaya çıktığını görülecektir. Bugünün gözlüğü ile, o günleri görme kolaycılığına kapılıp mezhep imamlarını eleştirme kolaycılığı asla doğru değildir. Elbette getirdikleri cevapları beğenmeyebilirsiniz eleştirebilirsiniz bunlar normaldir. Hatalar insan olmanın gereğidir. Müslüman mezhepli olabilir ancak mezhepçi asla.  Şu da unutulmamalıdır ki mezhep imamlarının  eleştirildiği konuların bir çoğuna bakıldığı zaman, verilen cevapların o günlerin doğrusu olduğu görülecektir..

Bugün ne yapmamız gerekir soruna herkesin söyleyeceği farklı şeyler olabilir. Kanaatimce inananlar kabul ya da reddettiği bir hususu bir delil üzere yapmalıdır. Taklit yerine tahkik etmelidir.  Buna imkânı olmayanlar kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir etmemek kaydıyla bir mezhebe uymalarında bir mahzur elbette olmaz. Mezhebi yorumlarda Kuran’a aykırı bir durum olduğunda, yorumu bırakıp Kuran’a dönmek zarureti asla unutulmamalıdır.   Mezhepleri, mezhep olarak tanımak, onları kendi perspektifinde değerlendirerek, İslam'ın geniş aidiyetinden kopmadan hareket edilmelidir.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim.  Bugün kendisinin hanifi olduğunu iddia edenlerin büyük bir çoğunluğu, hadis rivayet edenlere itibar ettikleri kadar, kendi imamlarına itibar etmemektedirler. İmama atılan iftiraları doğrularcasına, hadis ekolü temsilcilerinin arkasında durmaktadırlar. Çünkü bunlar, bilginin değil algının arkasında olduklarının farkında değiller. Üstelik imamı da tanımamaktadırlar.  Zaten onu tanıtma amacıyla yazılan yazıların büyük bir çoğunluğunda imamla ilgili abartılara, hurafelere yer vermektedirler. Dolayısıyla,  Hanefilerin zihin dünyasında, yalanların gölgesinde bir imam var. Oysa imamı Azam ın gerek kişiliği, gerek dinin kaynakları konusundaki hassasiyeti asla bugün kendini hanifi olarak tanıtanlarla aynı değildir. Burada anlatılmak istenen hanifi mezhebinin diğerlerinden daha üstün olduğu iması değil, İmam Ebu Hanife’nin yöntemlerinin sıhhatli olduğu ile alakalıdır. Zira Bugünkü Hanefilik zaten Ebu Hanife’nin Hanefiliği değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder