Dini hayatın bütünü içinde akla mezheplerin gelmemesi mümkün
değildir. Hemen şunu söylemek gerekiyor
ki hiçbir alim, mezhep kurmak için yola çkmamıştır. O günkü ortamda yeni sorunların doğması, İslam’ı yanlış yollara saptırma
gayretleri karşısında, ismi bugünlere
ulaşan ve ulaşmayan bir çok alim, boş durmamış camilerde mescitlerde eğitim
kurumlarında doğruları anlatmaya devam etmişlerdir. Bu süreçte talebeler yetiştirmiş, güncel sorunları Kuran, sünnet, hadisler ve toplum kültürü-geleneği ışığında yorumlama gayretini sürdürmüşlerdir.
İmamlar, meselelere farklı yaklaşım sergilemişlerdir. Kimi Kuranı ve aklı, kimi
Kuran’ı ve hadisleri öncelemiş Mevcut uydurmalardan azami uzak
kalma gayretlerini elden
bırakmamışlardır. Alimlerden bir kısmının talebeleri, öğrendiklerini sistematik
hale getirip kurumsallaştırmışlardır.
Kendi dönemlerinin sorunlarını çözerek, o günkü toplumlarında kabul
görmüşlerdir. Yine bu kişiler ortaya
koyduğu eserlerinde, yorumlarının altına, en doğrusu budur yerine “Doğrusunu Allah bilir” deme ferasetini
göstermişlerdir. Çünkü onlar, günlük sorunlara buldukları cevabın, Allah ın
cevabı değil, kendilerinin yorumu olduğunun bilincindeydiler. Başlangıç böyle
iken daha sonraları mezhepler, İslam toplumunun en büyük sosyolojik ve politik
kırılma noktaları haline gelmiştir. Bu süreç; insanları tahkik etmek yerine
taklitte yöneltmiş, din anlayışı mezhebi yorumlardan olmaya başlamıştır. Böyle
olunca da; İslam’ın insana, topluma, ve tabiata olan geniş ve özgürlükçü bakışı, mezhepçilik gözlüğü ile daraltılmış
sıkıştırılmış ötekiler oluşturan siyasi bir argümana dönüşmüştür. Bu katı taraftarlık pozisyonlarını
güçlendirmek için kendi mezhep imamlarıyla ilgili öyle hadisler uydurmuşlar ki,
Kurtuluşun sadece kendileri için müjdelendiği anlamına gelen sözleri Hz. Peygambere söyletmişlerdir.
Bu sürecin devamında bu faaliyetler o kadar da masum gelişmelerle
kalmamıştır!. Farklı bakış acılarından
dolayı değişik görüşlerin çıkmasıyla, çok acımasız suçlamalar, tahammülsüzlük, hatta bir birinin kanını dökmeye kadar
yaşanılan örnekler yaşanmıştır.
Devrin büyük imamı, İmamı
Azam, meselelere yaklaşımda; Kuran ve onun ışığında akla önem vermesinden
dolayı rey ekolünü temsil ettiği söylenmektedir. Onun hadisler konusundaki görüşü diğerlerine
göre daha temkinlidir. Kuran’a aykırı gördüğü sözler için, Allah’ın peygamberleri; Allah’ın kitabına
muhalefet etmezler. Zaten Allah’ın kitabına muhalefet eden de, Allah’ın
Peygamberi olamaz. Nebi’nin adını kullanarak, Kuran’a aykırı olarak hadis
rivayet eden kimseyi ret etmek, Peygamberi ret ve onu yalanlama değildir. Bu
ancak, Peygamberden batıl rivayette bulunan kimseyi reddetmek demektir.
Dolayısıyla, Hz peygamberin Kuran’a
aykırı her hangi bir söz söylemesinin mümkün olmadığını, Rivayetlerden
Kur’an’a aykırı olanların Peygamberimizin sözü olmayacağını ifade
etmiştir. Her
kelimesiyle Hz. Peygamber’in sözü olan hadis
(mütevâtır hadislerin) sayısı nın öyle söylendiği gibi çok olmadığını,
bunların dışında kalanların tamamında az veya çok, şu veya bu yönden
tartışılabileceğini hiç çekinmeden ifade etmiştir. Bunlarla birlikte, Kuran ve
Hz. Muhammed dışında her kitabın ve kişinin eleştirilebileceğini açıkça ifade
etmiştir.
Emevi ve Abbasi dönemlerini yaşayan, siyasetin din adına yaptığı
haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme, bu dönemlerde şahit olan ve karşı duran imam,
neden hadisler konusunda bu kadar temkinli davranmıştır? Sorusu düşünülmeye
değerdir. Çünkü en çok uydurmalar; zulüm iktidarları dönemlerinde liderlerini
ayakta tutmak için uydurulmuştur. Akşamdan sabaha piyasaya yeni hadislerin çıkartıldığına
şahit olduğu için yalanlara itibar etmemiştir.
Yalanlara karşı mesafeli durduğu için, bir kısım çağdaşları ile, daha
sonraki süreçte gündemi belirleyen hadis ekolü temsilcileri, ona muhalefet
ederek, acımasızca tenkit etmişlerdir. Onun mürcie, Cehmiyye gibi sapık mezhep
mensubu olmakla suçlanmış, yalancı
olduğu, zaman zaman müşrik duruma düştüğü bile dillendirilmiştir. Bunlardan bir
kısmını örneklendirmek gerekirse; Tarihçi Ebu Nuaym el-Isfahanî (ölm.
430/1038), Hilyetü’l-Evliya adlı ünlü eserinde “Ebu Hanife’nin vücuduyla
toprağın altını kirleten Allah’ı tespih ederiz.” Hadisçi İbn Hibbân
(ölm.354/965), ‘Kitabu’l-Mecrûhîn adlı eserinde, İmamı Âzam’ı ‘itikadı bozuk’
yani ‘kâfir’ ilan ederken, iddialarını, İmamı Âzam hakkında görülen bazı
rüyalara dayandırmıştır.
Hambeli mezhebi imamı, Ahmed b. Hanbel ‘El-İlel’ adlı eserinde
başkalarından naklen diyor ki:
(Ahmed b. Hanbel, Kitabu’l-İlel,
II, 264, 428) yine Ahmed b. Hanbel’in
oğlu başkalarının ağzından Ebu Hanife’nin sapık mezhepli olduğunu savunur: Ebu Hanife mürcie idi. (Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel, es-Sunne, I, 207) Hadisçi Ebu
Davud şöyle der:
Malik b. enes, şafii ve ahmed b.
hanbel ebu hanife’nin sapıklık içinde olduğunda ittifak ettiler (hatib el-bağdadi, tarih, xııı, 383-384) ahmed b. hanbel malik b. enes’ten şunu
nakleder: az kalsın ebu hanife dini
yıkacaktı.
Başka örnekler, İbn-i Hibban Ebu Hanife için; Hadis bilgisi zayıf 130
hadisin 120 sinde hata etmiş, küfürden iki defa tövbeye davet edilmiş, Ümmetin
fitnecisi, Muhammed’in dinini değiştiren, Peygamberin hadisine hurafe diyen,
Sika ve emin olmayan .. gibi ithamlarda bulunmuştur. İmam Buhari ise; Ebu Hanife’nin reyine ve hadislerine itibar
edilmeyeceğini Tarihu’l Kebirinde belirtmiştir.
Tarihu’l sağiri’nde ise, Nuaym bin Hammad yoluyla naklettiği bir
rivayette Fezari’nin şöyle dediğini nakleder. Süfyanı Sevri’nin yanında idim.
Ebu Hanife’nin ölüm haberi geldi. Süfyan, “Elhamdülillah! O İslam’ı ilmek ilmek
çözmek isteyen birisiydi. İslam’da ondan daha uğursuz doğmamıştır.” Buradaki sözler ona yapılan saldırılarının
çok azı bir boyutudur.
İslam dininin ubudiyet dini olduğu gerçeğini, imamı azam görüntüsüyle geri
plana atmak isteyenlerin, onu sevdiğini iddia edenler tarafından yapıldığını
görmekteyiz. İki rekât lık namazında
Kuran’ı iki kere hatim etmesi, kırk yıl, yatsı namazının abdesti ile sabah
namazını kılıyor olması gibi asılsız iddialarla onun sosyal hayattaki
aktivitesi, haksızlığa başkaldırısının üstü örtülmeye çalışılmıştır. Zira
hayatı ilim, talebe yetiştirmek ve haksızlıklara karşı mücadele ile geçmiş bu
insan aynı zamanda yer, içer, uyur,
ticaret yapar ve ev geçindirir. Bu kadar meşgale içinde nasıl olurda kırk
yıl geceleri sabaha kadar mescitte kalır!..?
iki rekat namazda Kuran’ı iki kere hatim ederken diğer vakitler
güme gitmez mi? Bu övgü, onu yüceltme mi yoksa başka amaçlar mı taşıyor
düşünülmeli!..?
Müslüman düşünürlerin bir birlerini eleştirisi yukardakilerle sınırlı
kalmamış, Kuran dışı farklı kaynakların öncelenmesinden dolayı ifrat ve
tefritin esiri olunmuş, işi bir birlerini katletmeye kadar götürmüşlerdir. Örneğin Buhari’nin memleketine konulmaması ve memleketi dışında öldürülmesi,
Taberi’nin evi başına yıkılarak
öldürülmesi, yine hadis alimi nesai’nin Bağdat’ta linç edilerek öldürülmesi, Gazaliyi eleştiren meşhur alim
Bikai’yi ölesiye dövülerek öldü diye bırakılması, hep bu tarafgirlik farklı
yorumları din yerine konulmasından dolayıdır.
Maalesef tarihimizde ve günümüzde böylesi hakikatler vardır. İslam mezhebe indirgendiği zaman kendi mezhebinden olmayanları, başka dine mensupmuş gibi küfürle itham
edilenlerin, ne şekilde islam dışılığı sergilediği açıkça ortadadır. Bu anlayış; dışlayıcı, ötekileştiriçi ve tahakkümcü
bir tutum ortaya çıkarmaktadır. Misal
Ehli-Sünnet Vel-Cemaat bu konuda geniş bir çoğulculuğa, hoşgörüye ve zenginliğe
sahip, tekfiri benimsemeyen bir görüş iken günümüzde İslam eşittir ehli sünnet, ehli sünnet
eşittir Hanefilik, Hanefilik eşittir filanca tarikat oda eşittir onun falanca
kolu yada cemaati gibi algılanır olması ne hale geldiğimizin göstergesidir.!
Mezhebi; din, hadisleri; vahiy
olarak görmek “muhakkak ki bütün
müminler birbirlerinin kardeşidirler'' ayetini ni amacı dışına çıkarttığı için, yeni kardeşlikler ihdas
olunmuştur.. Dini anlamada; rey veya içtihatlarda farklı kanaatlerde
olmak elbette olabilir. Ancak bu, müminleri parçalamamak ve kardeşlik ayetini
zedeleyecek ölçülerde olmaması kaydıyla. Zira yüce Kuran; Enam159:''(Ey
Muhammed)fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin
olamaz.'' Demektedir
Zaten mezhebin din olmadığının en basit kanıtı, birden fazla mezhebin
olmasından da anlaşılmalıdır. Zira hakikat bir iken, mezheplerin birçok konuda farklı
anlayış ve yorumları mevcuttur. Bunları şu veya bu şekilde tevil etmek yerine,
mezhep imamlarının, âlimlerin, hadis ekolünün ileri gelenlerinin, tasavvuf
erbabının, tarikat şeyhlerinin, cemaat önderlerinin, insan olduğunu
unutulmamalıdır. Bunların meseleye bakışı; aldıkları kültür çerçevesinde, kendi bulundukları zaman zemin ve şartlar acısından
farklı bakabilecekleri normal görülmelidir.
Bazılarının zannındaki gibi, masum olmadıklarını,
yanılabileceklerini, rüya, ilham veya
başka metotlarla bilgilerini haşa Allah’ tan, ya da peygamberden aldıkları
imasının zinhar yalan olduğunu bilinmesi gerekir. ilhan yada rüyanın bir kısmı doğru olsa bile, bu doğru sadece o
kişinin kendisini bağlar. Bu görüş ehlisünnet akidesinin en önemli esaslarından
biri olmasına rağmen ehlisünnet iddiası
ile nice camların devrildiği ehli sünnetçilerin neden dikkatini çekmez!.?
Her hangi bir düşünceyi, kişiyi
sevmek ve nefret etmek konusunda aşırıya gitmek, mümine yakışan bir ahlak
değildir. Şu da bir gerçektir ki; insan
sürekli değişim ve gelişim içindedir.
Ayniyle değişmeden kalmak ölüler içindir. Yukarda sözü edilen üstatlar
kim ve hangi konumda olursa olsun hayatları boyunca birçok konuda görüşleri
değişmiştir. Bunun örneği pek çoktur.
Bir alim önce yazdığı ve savunduğu bir konuyu, daha sonraki eserinde
değiştirdiğini görebilirsiniz. İmam Şafi’
kitaplarını yazdırdığı talebesine “eğer ömrüm olsaydı geriye Kuran dışında
bir şey bırakmazdım” demesi,
yaşadığı sürece birçok kez fikirlerinde değişim yaşandığı, yine imam şafi’ nin değiştirdiği birçok görüşünü başka bir
mezhep olan Maliki mezhebi doğru görüş olarak uygulaması, Saidi Nursi’nin
görüşlerindeki değişim bazı örneklerdendir.
Mezhepli olmak ayrı şey, mezhepçi olmak ayrı. Mezhepçiliğin
kavmiyetçilikten bir farkı yoktur. Adam,
mezhebi din görüyor, her yorumu Kuran’ın anlamı sanıyor. Mezhepsiz ligi
dinsizlik olarak algılıyor. Daha kötüsü
nerdeyse Kuran’ı bir mezhebe dönüştürmeye çalışıyor. Bu bakış tarzına tepkisel olarak
Hz. Peygamber’imizin mezhebi var mıydı? Ya da peygamberimiz hangi mezheptendi?
. Demeye başlıyor bazıları. Geçmişte ve günümüz toplumunda, bu soruları çok
haklı kılacak davranış ve inanç
biçimlerini unutulmamalıdır. Mesela İranlı Ali Şeriatı İran daki anlayışın Ali şia’sı değil, safevi Şia lığıdır demesi yüzünden “Sünni Oldu” diye büyük tenkitlere uğramış ve öldürülmüştür. Ülkemizde
de şia anlayışının tamamını eleştirmeyenlere şia oldu diye yafta lanması bunlara
örnektir. Bunlar bir mezhepse yanlışı da vardır doğrusu da… Şu hakikat unutulmamalıdır
ki mezhepler siyasetten beslendiği için birinin benimsediğini benimsememek için
İslam dışı uygulamaları bile İslam’dan saydıkları olmuştur. Yani birin ak
dediğine diğeri Allah’tan korkmadan kara demişlerdir.
Mezheplerin ortaya çıkma nedenlerini anlamaya çalışırken; şartları, yaşanan karışıklıklar, halkın okuma yazma
düzeyinin düşüklüğü, teknolojik
şartların yetersizliği, dil acısından Kuran’ı anlayabilmenin zorluğunu,
sosyolojik gelişmeler neticesinde, toplumun sorunlarına cevap istemesi gibi ihtiyaçlarını
dikkate almanız gerekmektedir. Bütün bunlara bakıldığında mezheplerin zorunlu
olarak ortaya çıktığını görülecektir. Bugünün gözlüğü ile, o günleri görme
kolaycılığına kapılıp mezhep imamlarını eleştirme kolaycılığı asla doğru
değildir. Elbette getirdikleri cevapları beğenmeyebilirsiniz eleştirebilirsiniz
bunlar normaldir. Hatalar insan olmanın gereğidir. Müslüman mezhepli
olabilir ancak mezhepçi asla. Şu da
unutulmamalıdır ki mezhep imamlarının
eleştirildiği konuların bir çoğuna bakıldığı zaman, verilen cevapların o
günlerin doğrusu olduğu görülecektir..
Bugün ne yapmamız gerekir soruna herkesin söyleyeceği farklı şeyler
olabilir. Kanaatimce inananlar kabul ya da reddettiği bir hususu bir delil
üzere yapmalıdır. Taklit yerine tahkik etmelidir. Buna imkânı olmayanlar kendileri gibi
düşünmeyenleri tekfir etmemek kaydıyla bir mezhebe uymalarında bir mahzur
elbette olmaz. Mezhebi yorumlarda Kuran’a aykırı bir durum olduğunda, yorumu
bırakıp Kuran’a dönmek zarureti asla unutulmamalıdır. Mezhepleri, mezhep olarak tanımak, onları
kendi perspektifinde değerlendirerek, İslam'ın geniş aidiyetinden kopmadan
hareket edilmelidir.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Bugün kendisinin hanifi olduğunu iddia edenlerin büyük bir çoğunluğu,
hadis rivayet edenlere itibar ettikleri kadar, kendi imamlarına itibar
etmemektedirler. İmama atılan iftiraları doğrularcasına, hadis ekolü
temsilcilerinin arkasında durmaktadırlar. Çünkü bunlar, bilginin değil algının
arkasında olduklarının farkında değiller. Üstelik imamı da
tanımamaktadırlar. Zaten onu tanıtma
amacıyla yazılan yazıların büyük bir çoğunluğunda imamla ilgili abartılara,
hurafelere yer vermektedirler. Dolayısıyla,
Hanefilerin zihin dünyasında, yalanların gölgesinde bir imam var. Oysa
imamı Azam ın gerek kişiliği, gerek dinin kaynakları konusundaki hassasiyeti
asla bugün kendini hanifi olarak tanıtanlarla aynı değildir. Burada anlatılmak
istenen hanifi mezhebinin diğerlerinden daha üstün olduğu iması değil, İmam Ebu
Hanife’nin yöntemlerinin sıhhatli olduğu ile alakalıdır. Zira Bugünkü Hanefilik
zaten Ebu Hanife’nin Hanefiliği değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder