Bozulma bir proje
olarak mı başladı? Kimler le başladı?, Nasıl devam etti?
Hz Peygamberin vefatı sonrasında, eski medeniyetlerin hakim olduğu
toprakların büyük bir çoğunluğu Müslümanların hâkimiyetine girdi. Bu yönetim ve
gelir paylaşımında ihtilafları ortaya çıkardı. Ömer, Osman (r.a) halife iken şehit edilmesinden sonra Hz. Ali nin halifeliği döneminde Cemel ve
Sıffin savaşlarında yetmiş bin kadar Müslüman birbirini öldürdü. Ardından
halife Ali(r.a) öldürüldü. Akmaya
başlayan kan bitmedi. Hasan zehirlenerek,
Hüseyin de boynu kesilerek kerbela da şehit edildi. Bu olayların
üzerine Medineliler, Emevîlere karşı
isyanı başlattılar; onları Medine’den kovdular. Kovulan Ümeyye Oğullarının geçecekleri yolları kayalarla tıkadıdar.
Bunun üzerine yezidin ordusu şehre saldırdı ve kısa sürede şehri teslim
aldı. Üç gün boyunca şehir yağmalandı, talan edildi. Kadınlara, kızlara üç gün
boyunca tecavüz serbest bırakıldı. Birçoğu ganimet olarak alındı. Mekke ve
Medine’de onbine yakın insan katledildi.
İslam Tarihinin yüz karası sayılan
bu olay (Harra Katliamı) akabinde
kızların bekâreti tartışılır oldu. Aileler bunun garantisini veremedi!. İşte
mazisiyle övündüğümüz tarihin bir yüzü!
Medine katliamından sonra Mekke kuşatıldı. Şehir mancınıklarla
dövüldü. Kâbe’nin duvarları yıkıldı.
Ahşap kısımları ve örtüsü yandı. Bu insanlık dışı üzücü olaylar toplumda derin
ayrılıkları meydana getirdi. Korku şiddetin sonu ilim siyasetin emrine girdi.
Cuma da okunan hutbe farz namazından sonra
okunurdu. Hutbede masum insanların, Hz. Peygamberin damadı ve
torunlarının aleyhine küfürler ithamlar okunmaya başlamasıyla halk, bu
iftiraları dinlememek için hutbeyi dinlemeden camileri terk etmeye başladı.
Bunun üzerine yönetim Hutbeyi Cuma farzının önüne aldı. Halen o geleneği
sürdürmekteyiz!. Bu kasıtlı eylemin
ardından insanların bir çoğu camilerden gidemez oldu. Bir kısım Alevilerde cami
düşmanlığının tohumu o günlerde atıldı. İslamın
tek eğitim yuvası, toplanma ve istişare
yeri olan camiler, yönetimin tüm haksızlıklarına
hizmet yuvasına dönüştü. Farklı düşünen muhalif olan insanlar ister istemez
camilerden uzak kaldı. Fikir ayrılıkları
sahabe konusundaki görüşlere de ifrat ve tefrit ölçüsünde yansıdı. Bir kısım Müslümanlar onları masum
kabul ederken, diğerleri de önemli bir bölümünü kafirlikle suçladı. Sosyolojik gelişmelerde,
her şeyin planlanmadığı, ya da her şey planlandığı gibi yürümediği bilinen bir
olgudur. Kötü şeyleri planlarsınız
sonuçları farklı olabilir. İşte bu süreçte iyi ve kötü at başı yarışarak devam
etti. İslam’ı anlama ve yayma işi, yeni Müslüman olmuş kimselere kaldı.
Bunların çoğu Arap değildi.
İslam coğrafyasının hızla genişlemesi ve Arap dilini bilmeyen
Müslümanlarda ki sayısal artışın neticesinde beklenmeyen gelişmeler yaşandı. Eğitim
imkânlarının son derece kısıtlı, din ile alakası olmayan yöneticilerin dinin
başında olduğu bir ortam! yeni Müslüman
olanlar, Tarihi Teberi kitabında da bahsedildiği gibi, Müslümanlığı seçip İslam
toplumuna katılmış insanların eski
alışkanlık, töre ve inançlarını yıllarca din diye yaşadıkları ve toplumda
konuştukları ifade edilir. İnsanlar Kuran’ı bilmedikleri ve anlamadıkları için
hadisler çerçevesinde dini anlamak ve yaşamak kolaylığı benimsedi.
Yine acem ve batılı kültür ve anlayışları içeren bir takım kitapların
Arapçaya çevrilmesi bu dönemlerde oldu. Bazı entelektüeller Islaman anlaşılması ve
yorumlamasına tercüme edilen kitaplar
zaviyesinden bakmaya başladırlar.
Kültürel bir karmaşanın yaşandığı bu toplumda zamanla
din adına konuşulan her şey dinin aslı gibi bir sonraki nesle
aktarılmaya başlandı. Bu algılar;
Kuran’a girmesi mümkün olmadığından, bazen Kuran’ın tefsiri, bazen de hadis olarak ifade edilir oldu. Zamanlar
tefsirlerde , uydurmalar ve israiliyat’ın öne çıkmaya başladığı
görülmektedir.
Kültür alanında bu karmaşa yaşanırken, siyasetin kemikleşmesi neticesinde
inançta saflaşmalar, bölünmeler başladı. Kitap ve Hikmet ile uğraşanlar
hürriyet içinde olamadılar. Siyasi Mezhepler Rafizilik,
mutezile, orta yol olarak Ehli Sünnet ortaya çıktı. Bunların dışında
irili ufaklı onlarca farklı anlayışlar türedi.
Bu gelişmeler ışığında İslamın
geldiği noktada Kuran’ın hayat kitabı
olması sadece cümlelerde kalmaya başladı. Okuma hatim kitabına dönüştü. Güvenilir
ravilerin adının kullanıldığı Kuran’a tezat
hadis uydurma borsasının kurulduğunu yine kaynaklardan öğreniyoruz. Doğru ve yanlışın iç içe geçmesinin ardından fıkıhı mezhepler kendini göstermeye başladı.
Hanifilik, şafilik, hambelilik
Malikilik. vb.
Hayatta koparılan Kuran’ın yeri,
Abbasi dönelerinde hadisler vahiy sayılarak dolduruldu. Kuran’ın bazı ayetlerinin hadislerce nesh
(hükmünü ortadan kaldırdığı) anlayışı getirildi. Dört Halifeden sonra, saltanata geçişle
başlayan yoldan çıkma, her dönemde
artarak devam etti. Bunlara daha sonraki aşamada, “4 kadim felsefe olan Hint-Çin-Mısır-Yunan felsefelerinin
sentezlenerek, üstüne, Kur’ân’ın yanlış çevrilmiş-çevrilen bâzı âyetleri ve
özellikle hadis-i kutsi denilen hadislerle-sözlerle harmanlanıp ortaya konan
bir eklektik felsefe ve düşünme sistemi olan Tasavvuf” (Prof.Dr. Mikail Bayram) çıktı. Yeni coğrafyaları,
fetihlerde tasavvuf hep dinin önünde gitti.
Hurafelerle boğuşmak durumunda kalan Müslümanlar hem Kur’ân âyetlerine,
hem de birer kevnî âyet olan, vücudumuzda ve dış dünyadaki âyetlere ilgisiz
kaldılar. Batılılar kevni ayetleri okuma sırrına vakıf oldu (Kevnî âyetleri
okumak demek; insanı, toplumu, toprağı, havayı, suyu, hayvanları, bitkileri ve
gökyüzünü araştırıp incelemek ve oralardan bilgi edinmek demektir.) Allah’ın
hiçbir âyetini okumayan Müslümanlar, kevnî âyetlerini okuyarak teknolojiyi
bilgiyi yakalayan Batılılar karşısında şaşkın ve perişan duruma düştüler.
Pekiyi olumsuzlukların olduğu bu dönemlerde hiç mi, iyi bir şey olmadı? Sorusu
elbette önemli. Elbette iyi şeyler fazlasıyla oldu. ancak bir havuz dolusu suyu
yarım litre pislik nasıl necis ederse yapılan kötülükler iyiliklerinde
iyiliğini yok etmeye yetti. İyiler anlamında Elbette yezidin oğlu 2.yezit, Ömer bin Abdülaziz,
Endülüs Emevi devleti o dönemlerin yıldızlarıydı. Ancak kaç yıl yaşamalarına
izin verildi! Yapmak istediklerini
sonuçlarını alabildiler mi!.? Bunların cevapları da önemli.
Kısaca “Niye bu Hale Geldik“ in özeti bu!
Pekiyi bunlar hakikatse niye bunu herkes bilmiyor?
Topluma yerleşen bir din bilinci var. Toplum din adına bildiği şeylerin ne
kadarı Kuran’ın ifadesi, ne kadarı sünnetden ne kadarı tarihi bilgi ne kadarı
geçmiş kültürlerin ürünü bunu maalesef ki ayırt edemiyor. Normal şartlarda da
etmesi pek kolay değil. Bunun için hem doğru kaynağa ulaşmak hem de emek vermek
gerek.
Bu gerçeklerin haykırılması yeni bir şey de değil. Ama bunları söyleyenler
diğerlerinden daha cılız kaldığı da bir gerçek. Tabiin neslinden Hasan Basri’
ilk yezide yazdığı ve bugün tercümesi yapılan Kader risalesinde yezit’in dini
bozma adına yaptığı yanlışları uzun uzun yazmıştır. Hz. Hüseyin’in kendisi bu
uğurda şehit edilmiştir. Yine üçüncü
kuşak torunu İmam Zeyd ha keza İslam’ı bölmek isteyen, bir takım tefrikaları
din haline getirmek isteyen şii gruplarına verdiği doğru mesajlar yüzünden
ihanete uğramış ve şehit edilmiştir. Yine devrinin en güçlü imamlarından İmamı Azam bu tür yanlış
ve yalanlara karşı durması neticesinde başına gelmeyen kalmamış, öldürülmüştür.
eski dönemlerde de bir hayli örnek
olduğu gibi yine yakın dönemler Mehmet Akif rahmetlinin çırpınışlarını
şiirlerinden anlıyoruz. En çok hitap ettiği alan bağnaz dindarlığadır. Sonra
başına gelenler malum. Günümüzde bunu dillendirenlere karşı tepki her
zamankinden daha güçlü. Onlara atılan iftiralar, onlarla ilgili söylenen
yalanların haddi hesabı yok. Nerdeyse kafir ilan edenden tutun öldürülmesine
kadar fetva çıkarmaya yeltenenler var. Günümüz ilim adamlarından bu hakikati
bilenlerde bunlardan korktukları veya tribüne oynadıkları için ya suskun
kalıyorlar. Ya da bu bozulmuşluğun arkasında gibi görünmeye çalışıyorlar.
Bu bozulmuşluğu temellerinin kimler tarafından atıldığını İslam’ın en ilk kaynaklardan öğreniyoruz Bu
gerçekler bugün ki din algısına,
alışkanlıklara, ters geldiği için toplumda yeterince ilgi görmüyor. Bu
gerçeklerin karşısında duran yıllardan beri dini temsil ettiğini, kendi
alışkanlık ve yaşam tarzlarını din olarak ortaya koyan derin yapılar mevcut.
Onların propagandaları siyasi ağırlığı, medya kuruluşları, topluma dönük
yüzleri küçümsenecek gibi değil. Bu gerçeklerin önünde en büyük engellerden
birisi de islamı terör dinine dönüştürme cabalarından kaynaklanıyor. Kendine
Müslüman diyen harici mantıklı, sapkınlaşmış selefiler, (selefiliğin bütünü
kastedilmiş değildir) rivayetlerden faydalanarak
bağlamından kopardıkları ayet manalarından insan öldürmeyle ilgili bir
sürü anlamlar çıkartıyor. Gözünü kan bürümüş bu yapılar Müslümanların bir birlerini Allah
Allah diye öldürmesi sağlamak için kullanmayacakları hiç değer kalmamış. İslam
onların elinde zalim bir kılıç olmuş. Terörü meslek edinmiş, islamın itibarını
sıfırlayan bu mantık, elbette Allah’ın kitabının anlaşılmasını istememekte.
Zira Allah insanı öldürmek için değil yaşatmak için yarattığını söylüyor.
Eğer islamın amacından kopma olmamış olsaydı, Mezhepler ortaya
çıkarımıydı?. Mezhepler bu bozulmuşluğu engelleyebildi mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder