27 Haziran 2016 Pazartesi

BU HALE NASIL GELDİK ?


Kuranı okuyoruz anlamıyoruz.  Birileri bize Kuran anlaşılmaz diyor,  Arapça bilmediğimiz için onlara itibar ediyoruz. Dini anlayanlardan öğrenmeye çalışıyoruz. Dini daha iyi anladıklarını iddia eden onlarca hatta yüzlerce farklı anlatımlar var. Buralarda öğretilen din anlayışları bir birini tutmuyor. Nerdeyse birinin ak dediğine diğeri kara diyor.  Bu sefer seninki doğru, benimki doğru kavgasına giriyoruz. İslam’da vahdet sağlanamıyor. Gittikçe de bölünmeler sürüyor. Bunun sebebi ne? ;

1-İslam dünyasında  dinin birinci  kaynağı olarak ifade edilen Kuran, aslında dini anlaşılmasında  nerdeyse en alt sıralara inmiş durumdadır. Bu hale düşmemizin en büyük sebebi budur.

2- İslam’ın ilk yıllarındaki siyasi kavgalar, kavmiyetçilik, fetihler neticesi göç dalgaları ve  daha bir çok nedenlerden dolayı  kötü niyetli kişilerin yüzbinlerce hadis uydurması neticesinde din algısında değişikliklerin yaşanması. Mezheplerdeki görüş ayrılığının en büyük sebebi olmuştur.

3-Tefrikaya sebep olan ana unsurlardan birisi de mezhebin din yerine konmasındandır. Mezhepler Kuran’dan, gelenekten, örften faydalanılarak çıkartılan hükümler manzumesidir. Mezheplerdeki kaideler Allah’ın ifadeleri değil insanların kaynaklardan anladıklarının yorumudur. Bunun için de farklı farklıdırlar. (Bunu mezhepler başlığında inceleyeceğiz)

4-.Usul ve kaynak farlılıklarından dolayı Tarikat ve cemaatlerin her biri bir hizbi temsil eder duruma gelmişlerdir.

5- Bizim coğrafyamızda  din öğretenlerin içinde; her şeyi bilen, haşa Allah ile görüşebilen, Hz peygamberi hem uyanıkken hem de rüyasında gören, bilgilerini ondan alan, masum, hata işlemeyen, yanılmayan, hiçbir şekilde eleştirilemeyen, her söylediği nas hükmünde sayılması gereken, şefaat yetkisi olan, keramet sahibi kutsal kişiler mevcut. Bunlar;  alim, mürşit, üstat, kutup, gavs, alleme, muşum imam, ağabey, mehdi,  gibi isimlerle adlandırılmaktadırlar. Söz olarak ifade edilmese de İslam dünyasında eski alim ve şeyh tapıcılığına dönüştürülen bir anlayış oluşmuştur ki, onların sözü üzenine söz söylenmez.   .

Bunlardan hangisine ulaşabilmişsek, ya da onlardan hangisi bizi bulmuşsa önce onların usulüne tabii olmak durumundayız. Nasıl inanacağımızı, neyi okuyacağımızı, kimi dinleyeceğimizi, neyi nasıl yapacağımızı, hatta çocuklarımızın ismini, okutup okutmayacağımızı, giyeceğimiz elbisenin şeklini ve kumaşını onların belirlediği ölçülerde yerine getirmek zorundayız.

İslami literatürde olup da orada bahsedilmeyen konularda soru sorulmaz. Orada verilenlerin dışında her hangi bir konuyu düşünmeye de gerek yoktur. Çünkü kafa karıştırır. Onlar size neyi ne kadar bilmeniz gerektiğini zaten öğretirler! Şüphesi olan ikna olmayanın orada kalma imkanı yoktur. Öyle gizemli şeyler anlatılır ki; Orada olunması, Allah ın bir lütfu, ve nasip’li olunmasından. Kuran ve sünnet çerçevesindeki hakikatler sadece onların dağarcığında. Nerdeyse imanlı olmanın tek şartı! Allah kurtuluş yolunu sadece onlara bahşetmiş! !.  

Diyemiyoruz ki ya da dedirtmiyorlar ki; ya tamam da bu sözünü ettiğiniz kişilerin her söylediği doğru ise, söylenenler bir birini tutmuyor.  Doğru bin tane değil ki. Hakikat birdir. Her zaman doğruyu bilemeyebilirler. Onlarda insan yanılabilirler. Tabii bunu söylediğiniz gibi yutmak durumundasınız!

Okudukları kaynaklara gelirsek; hepsinde ortak okunan hiç şüphesiz Kuran var. Ancak genelde Kuran anlaşılmaz bir kitap anlayışıyla dinin emirlerini öğrenmek için değil sevap almak için Arapça metninden okunuyor, öpülüyor ve yüksek bir yere asılıyor. Sonraki kaynaklar gruplara göre değişiyor. Kimisi hadisleri, kimisi mektubat’ı,  kimisi farklı tasavvuf kitaplarını, kimisi risaleleri, kimileri de ekollerinin baştan beri takip ettikleri serileri okuyorlar.  Azınlıkta olsa bazıları da meal dışında tüm kaynaklara kendini kapatıyor.

Bazıları  da,  Mehmet Akif’ örnekliğinde olduğu gibi; ön yargısız tüm geleneği  Kuran’ın özüne bağlı olarak okunması doğru ve yanlışların Kuran’a arz edilmesi fikrini benimsemişler.  Kuran’a tezat olan hususlar hangi kaynakta geçerse geçsin itibar etmiyorlar. Ne geleneği süpürüp atıyorlar, ne de çerini çöpünü sahipleniyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder