İslam’ın ilk döneminde
siyasi ve iç karışıklar nedeniyle meydana gelen ve günümüze kadar süren bu
kopuşlar bir proje midir? Sorusuna,
geriye doğru bir okuma
yapıldığında ana hatlarıyla şunlar görülmektedir; Fetihler nedeniyle toplulukların ıslama girmesi,
sayısal büyümeye karşın, alim ve eğitim
şartlarının yetersizliği, Araplarda okuma
yazma kültürünün yeterince olmaması, yazılı kadim kültürde etkin olan kavimlerin
beraberinde getirdikleri dini algılarını İslami temel kitaplara kadar sokulması,
Kendi kültürlerinden bir türlü vazgeçemeyen acemlerin İslam’ı anlayışlarda bütünleşememesi.
Bütün
bu sebeplerden dolayı İslam’ın iyi anlaşılamamasının siyasetin
işine gelmesi, hatta desteklemesi. Daha sonraki süreçte ise, Türk toplumunun
İslamlaşması, acem kanalıyla olması nedeniyle peşinen onların anlayışları ve
kelimeleriyle dinin algılanıyor oluşumuz. Mesela oruç, namaz, peygamber gibi kelimeler
farsça dan dilimize geçmiştir. Başlangıçta
kaynağı berrak olarak akmaya başlayan İslam dinine on beş asırdan beri, atık
suların katılması neticesinde bu hale
geldi.!.. Din diye tabi olduğumuz kabullerimizin
tamamını gerçek İslam’a uygunluğunu şu âlimin sözüne, bu mezhebin görüşüne ve
falanca evliyanın kerametine bağlamışız. Hangi atık suyu berrak diye içmeye başladığımızın
farkında değiliz.
Pekiyi ne
yapmalıyız? Bugüne kadar gelen tüm
geçmişimizi çöpe mi atalım? Tespitlerin
ardından böyle bir sonuç çıkarmak elbet doğru değildir. Asırlardır süre gelen bir geçmişi üç beş satıra sıkıştırmaya
kalkınca bu tür yanlış anlama olabilir. İslam
için mücadele vermiş herkesin emeği saygı değerdir. Zenginliktir.
Kuran ve sünnete uyan her görüş muteberdir. Sadece doğru sanılan
algıların içine gizli gizli akan “sızıntı”ları anlayabilmemiz için Kuran
hakemliğinde test edilmesine kesinlikle ihtiyaç var. Tefsir, siyer, fıkıh hatta tasavvuf
kitaplarının da içinde olduğu, iyi ve güzeli temsil eden her bilgi baş tacıdır.
İyi güzel de, herkes kendi görüşünü
Kuran ve Sünnete uygun diyor! Bu iddialar ne olacak? Meselenin içine
girildiğinde durumun öyle olmadığı görülecektir. Kuran ve hakiki sünnet ile
taban tabana zıt eylemleri inançları kabullendirmek için bir sürü zırvalar
ortaya atılıyor. Vahyin ap açık söylediği şeyin zıt tına olan şeyleri bir sürü
rivayet ve teville izah etmeye çalışıyorlar. Kuran, onun ışığında hareket eden
akıl süzgeci ve fıtrattaki hakiki ilhama yatkınlık bu kirliliği gidermeye
yetecektir. Yeter ki meseleye samimi ve çoğulcu bakılsın. Bu
mesele belirli kişilerin sadece malumat sahibi kişilerin eline teslim edilecek
bir husus değildir.
Bu tespitler bugünün masa başı tespitleri
sanılmasın. Şu gök kubbenin altında bu konularla ilgili söylenmedik bir şey
kalmamıştır. Her dönemde her asırda bu eleştiriler
olmuş susturulmuş, görmezden gelinmiş, saptırılmış, tekfir edilmiştir. Tek doğru olan Kuran ve O’nun gözetimi ve
denetimindeki sünnettir. İçtihatlar, bu
çerçevede zamanla değişebilir. Yeter ki insan görüşü, yorumu, hangi alim
tarafından söylenirse söylensin din yerine konulmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder