27 Haziran 2016 Pazartesi

SÜNNETİN ASLI ,SAHABE SÜNNETİ NASIL ANLIYORDU?


Hadis âlimlerinin sünnet tanımı; Peygamberimizin söz, fiil ve takrirleri şeklinde tanımlanmaktadır. Fıkıhçıların tanımı; Peygamberimizin farz ve vacip dışında yapıp ettiklerine Sünnet der. Usûl-i fıkıhçılar ise Kur’ân dışında Peygamberimizin getirmiş olduğu hükümleri esas alır. Kelamcılar da, Sünnet’i bidat karşıtı olarak kullanır. Her disiplin kendi açısından bir Sünnet tanımı yapmaya çalışmış ve bu tanımları yaparken de kendi dönemlerinin şartlarını ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuşlardır.

Kuran’da sünnet kelimesi tek başına geçmez. Sünetullah olarak yer alır. Bu da Allah’ın varlıklara koyduğu kanunlar ve onların kaderi olarak anlaşılır. Bizim sünnet olarak anladığımız; müminlerin, Hz peygambere tabi olmaları, eğitim, farklı şartlarda yeni fıkıhlar oluşturabilmeleri amacıyla, insanın Allah, diğer insanlarla eşya ile doğa ilişkilerine yönelik ortaya koyduğu örnekliktir. Bu örneklik Hz. peygamberin söz, amel veya bir tutum ortaya koymasıyla gerçekleşmiş olabilir. Hz peygamber örnekliğinin temelini Kuran oluşturur. Kur’ân’ın hayata ferdi ve toplumsal ölçüde nasıl aktarılacağını gösteren bir model, bir örnektir.  Hz. Aişe “Onun ahlakı Kur’ân’dı” derken Peygamber’in yaşam biçiminin/sünnetinin Kur’ân’la içli dışlı olduğunu anlatmak istemiştir. Bazı İslam düşünürleri ise “Hz. Peygamber yaşayan Kur’ân’dı” diyerek sünnetin bu yönüne dikkat çekmişlerdir. Bununla birlikte Kuran’ın müdahale etmediği, Hz. peygamberin içinde yaşadığı toplumun adetlerine uymaya devam etmesi sünneti adet olarak isimlendirilmiştir. Sakal, cübbe, sarık bu kategoride sınıflandırılabilir. Ayrıca İbrahim (a.s.) dan gelen dini gelenekten olanlarda bu sınıfta yer alır.  Hz peygamberin her hareketi Allah’ın gözetimi ve denetimi altında olması nedeniyle ondan sadır olan zerre miktar yanlışa hataya müdahale edilip düzeltildiği Kuran’ın söylemidir.

Sorun sünnetin bağlayıcılığı meselesinde değil, hangi sünnetin bağlayıcılığı.  Zira sünnet konusunun anlaşılma meselesi sahabe döneminden beri tartışılagelen bir konu olmuştur. Bir kısım tahkik ehli sahabe, Hz Peygamberin sadece ne yaptığına değil, niçin yaptığını da sorgularken, bazı sahabede, neyi niçin yaptığını hiç sorgulamadan her hareketini taklit etme yoluna gitmiştir. Bu hem hadislere hem de siyer’e yansımış bir husustur.  Hz Ebu Bekir; Peygamber’in örnek şahsiyetini, yüce ahlakını her şeyden önde tutar, onu referans alır, lafzı ve şekli önemserken,  Hz. Ömer ise,  Kur’an’ı kaynak ve sığınak olarak önceler, nebevi sünneti ise vahyin ışığında okurdu. Sünneti anlamada mana ve maksada bakardı. Hz Ömer’in oğlu Abdullah meseleye Hz Ebu Bekir gibi bakarken, Hz Ayşe de Hz Ömer gibi yaklaşım sergilerdi.

Kur’an’ın ve peygamberin öne çıkardığı husus; mana ve maksadı anlamak olmasına rağmen islam toplumlarında bu  gerilerde kalmıştır. Kuran’da peygamberin beşer ligine,  şeriat koyucu değil, konulan şeriatı harfiyen uyan ve örneklik sergileyen olarak vurgu yapılmış,  sözün önüne geçmemesi ihtarında bulunulmuş, yeri geldiğinde uyarılmıştır. Allah’ın maksadına uygun davranan Hz peygamber,  Allah’ın mesajları unutulmaması için vahiy kâtipleri görevlendirirken,  kendi sözleri için bir katiplik müessesesi oluşturmamıştır. Bu Nebi’nin, Allah’ın emirleriyle kendi nafilelerinin arasını ayırmadaki titizliğini göstergesidir. Hz Peygamber ümmetine Kuran dışında, ona paralel, sünnet adı altında ayrı bir din miras bırakmamıştır.  Kısaca bağlayıcı sünnet, Hz Peygambere vahyedilen mesajların yaşama dönüşüdür.  Ahlaklı olma, herkese çalıştığı kadarının verilmesi, insan ilişkilerinde dürüst ve adaletli davranma, insana ve diğer canlılara saygı, şefkat ve merhamet, temizliğe dikkat, hak hukuka riayet, iş ve iş veren arasındaki dürüstlük, yalan gıybet, riya, iftira gibi insana yakışmayan şeylerden uzak durmak hem Allah’ın emri hem de  nebi tarafından sergilenen en güzel örneklik iken, bunların, dindar geçinen bir çok gruplar için sakal cübbe sarık kadar öne çıkarılmadığı görülmemektedir!.  Bazı ibadetlerin sorumluluktan kurtulma, baştan savmaya dönüştürüldüğü gerçeğimiz değil mi!..?   Böyle olunca da, görüntü olarak  dindar görünümlerin hayatında bir Müslümana yakışmayan asla tasvip edilmeyen çirkinliklerin sudur ettiğine şahit oluyoruz.  Müslümanlığımızın göstergesi şekilcilik ve ruhsuz ibadete dönüşmesi neyin göstergesi!..? Günümüz inananları Allah’ı ve resulünü düşünerek duygu seli yaşamazken, üstatları, şeyhlerini düşünerek bir haz yaşıyorlar. Bu şeytani ilhamı da hakikat ölçüsü görüyorlar. Unutmamalıdırlar ki, dindar Hristiyanlar, Mecus’ular da kendi üstatlarının hayalleriyle bu hazların bir benzerini yaşamaktalar. Yoksa orada kalmazlardı!  Kuran’ın ölçü getirmediği,  insani uygulamaların, teferruatların din yerine konulup hak ve hakikatlerin söylemlerde kaldığı bir toplum olduk. Dünyanın en rezil toplumlarına dönüştük.

Her şeyden önce Hz. Nebi’; bir insan, çocuklarına baba, ırk olarak Arap, çağdaşlarına arkadaştı.  Bunlarla birlikte Allah’ın resulü idi. Bu özelliklerinin her birisi için söyledikleri yaptıkları davranışları vardı.  Bunların her birisi için yaptıkları ve söylemlerini din anlamında ya da sünnet anlamında aynı ağırlıkta bir kefeye konması çok yanlış olur.  Asıl olan,  Hz. peygamberin bir şeyi nasıl yaptığından ziyade, niçin yaptığı, Allah’ın emir ve nehiyleri konusunda peygamberimizin ortaya koyduğu örnekliktir. Hicret olayını deveyle gerçekleştirmiştir.  Burada hicreti niçin yaptığımı, neyle yaptığı mı önemlidir? Mekke döneminde su kıtlığı yüzünden taşla taharet almıştır. Hz. peygamberin çağdaşları Ebu cehil ve diğer müşrikler o dönemde hem sakallı, hem cübbeli hem de sarıklı idi. Dişlerini misvakla temizlerlerdi. Peygamberimiz de aynı toplumun bir ferdi olması nedeniyle bu örfü uygulamıştır. Ama Medine’ye hicretinde taşla temizlenmeyi bırakıp su ile yapılmasını emretmiştir.  Resulullah,  gece namazını kıldıktan sonra, sabah namazından önce kısa bir süre tekrar uyur, kabak yemeyi sever,  elle yemek yer, beyaz elbise giymeyi sever, savaşta öldürülen kimsenin eşyalarını, onu öldürene vermesi gibi kendine mahsus adetleri vardı. Bunlar tamamen onun insani özelliklerindendir.

Bir keresinde cemaatle namaz kılarken namazın ortasında ayağından ayakkabısı çıkarmıştır.  Tabii o günlerde mescitlerde bugünkü en vay çeşit halı yoktur. Toprak üzerinde namaz kılınmaktaydı.  Cemaatte nebiye bakıp aynısını yapmıştır. Hz peygamber namaz sonrası  cemaate sorar “Neden ayakkabılarınız çıkardınız”?. Onlar siz çıkartınca bizde çıkardık derler. Hz Peygamber, “Cebrail ayakkabıma  pislik bulaştığını haber verdi.  Onun için çıkardım. Sizin çıkarmanıza gerek yoktu.” der.  Şiiler  toprağa secde etme konusuna uymak için, halen halı üzerine topraktan bir parça koyarak (Kerbela toprağına) secde etmeyi taklit ederler.  

Bu örneklerde de görüleceği gibi Hz peygamber, adetten ve şartlardan doğan fiillerini sünnet olsun diye yapmadığını görüyoruz.  Bugün olsaydı bugünün kolaylıklarını kullanırdı. Deveyle hicret etmeye, necaset temizliğini taşla yapmaya gerek görmezdi. Başka bir ülkede doğsaydı oranın ıslama ters olmayan adetlerini uygulaya devam edebilirdi.  Meseleye bakarken Hz peygamberi bütün misyonu ile görmek gerek. Büyük davanın  öngörü sahibi, büyük bir stratejist, seçilmiş öncüsünü, basit üslup ve davranışlarla sınırlandırmak asla doğru değildir.  Nitekim Hz peygamberin toplumsal ve evrensel ölçütlerde ki örnekliği görmezden gelinemez.  Medine’de devlet başkanı olmasının ardından oradaki sosyal sorunlara, kabile kavgalarına, fakirliğe, susuzluğu, adaletsizliğe, eğitimsizliğe, çözümler üretmiş bunlara ilaveten Allah’ın mesajlarını diğer toplumlara ulaştırmıştır. Önümüzde böylesi bir vizyon sahibi peygamberi,  dar alanlara sıkıştırırsak, bize bıraktığı sünnet nimetini yersiz ve hor kullanmış olmaz mıyız?. Birde şu soruyu kendimize sormamız gerekmez mi? Acaba Resulullah (s.a.v.), gelenekten, içinde bulunduğu şartlardan dolayı kendisinin yaptıklarını, ümmetinden de dini bir sorumluluk anlamında  yapılmasını istiyor muydu?

“Şurası unutulmamalıdır ki, vakıa olarak Kuran’ı belirleyen; sünnet, hadis, icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kuran’dır. Din ile ilgili bütün belirlemelerin kaynağı, Rabbimizin Hz. Muhammed’e vahyettiği ve günümüze mütevatir bir yolla gelen, korunmuş olan Kuran’dır”. (Hamza Türkmen)

Kuran ve Sünneti doğru anlayan ve uygulayan bir toplum, Endülüs Müslümanları.  Dünyada ilk üniversiteyi kuran, bilim üreten bir medeniyet kurdular.  O gün batıya örneklik teşkil eden bir medeniyet iken, taassup, sen ben kavgası,  yüzünden heba oldular. Kardeş olmayı sürdüremediler.

Bilir misiniz dostlar, böylesi bir peygamberin bugünkü ümmetinden bir kesit;  halen Afganistan’da tuvaletlerde kovalara taş koyarlar. İnsanlar onlarla silinir temizlenmeye çalışır. Cami avlusunda ki ağaçlarda asılı onlarca misvak var, herkes aynı misvakla dişini temizlemek durumundadır.  Nedeni, sünnet olduğu için!. Bunu yapmayanlara kötü gözle bakılır. Bu kafanın geldiği nokta kardeş ve kabile kavgaları.!  İslam; özden yani esas değerlerinden uzaklaştırılıp şekle büründüğünde toplum hiçbir medeniyet üretemediği gibi, dinin aslından ziyade kabuğunu din diye yaşar, cehalet, yobazlık, fakirlik ve sefaletten asla kurtulamaz. Bu hakikati görmeyen, anlamayan, anlamak istemeyen, kendi kafasındaki gerçek dışında her şeyi reddeden, farklı olanları tekfir eden, saldıran yok etmeye çalışan kafalar!  Ah bu kafalar…!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder