28 Haziran 2016 Salı
KENDİNİ BİR YOLA KAPTIRMIŞ MÜMİN KARDEŞLER HEPİNİZE SESLENİYORUM.
ÇOK DEĞERLİ DOSTLAR; Allah’ın insanlığa gönderdiği din’ler tarih boyunca inananları tarafından bozula gelmiştir! Buna karşın yüce yaradan, insanlara acıması ve şirkten uzak kalmaları için kavimlere sürekli peygamberler göndererek dindeki yozlaşmanın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Ne yazık ki, insanoğlu her dönemde haddini aşmış, kimileri dini yetersiz bulmuşlar, kimisi geçmiş kültürlerin etkisinde kalmışlar, kimileri de dinden çıkar sağlamak amacıyla dine yeni yamalar yapmışlardır!. Hz. Muhammed sonrası da İslam düşmanlarının devreye girmesiyle yozlaşma geleneği daha da hız kazanmıştır. Allah resulünün tebliğ ettiği dine, dinden olmayan bir sürü hurafe ve yalanlar katışmış, insani yorumlar dinden sayılmış, Müslümanlar Allah’ın kitabına yabancı kalmışlardır. Kitabı anlaşılmaz ilan edenler ne hikmetse rivayetleri anlamış ve onları din haline getirmişlerdir. Kuran’ı çeşitli sebepler nedeniyle anlayamayan toplumlar Kuran dışı kaynaklar yönelmesiyle Müslümanlar gruplara mezheplere, meşreplere, daha sonrada tarikatlara bölünerek parça parça olmuşlardır. Her bir grup kendilerini hak diğerlerini batıl görmesi yüzünden kardeş olmaları gereken müminler bir birini kafir ilan etmeye başlamışlardır. Bu ihaneti görüp Müslümanları Kuran’a ve nebevi sünnete çağıranlar Hasan Basri ve İmamı Azam gibi ya cezalandırılmış yada itibarları yerle bir edilmiştir.
İslam toplumları aklını kullanmayıp hurafe bataklığına saplanması yüzünden, sosyal ve ekonomik gelişmelere ayak uyduramamış topraklarını kaybetmiş birçoğu batılıların sömürgesi olmuş, kaynaklarını halen onlara peşkeş çekmektedirler.! Bu gerilemeyi kimileri batılıların oyununa, kimileri Müslümanların tembelliğine, kimileri de Kuran’ dışı uydurulmuş dinin insanlardaki düşünme akıl etme yetisinin yok edilmesine bağlamıştır.!
Neticede, günümüz Müslümanları tarihte hiç olmadığı kadar fakir, ezilmiş, aşağılanmış, zelil ve tefrikalara bölünmüş haldedir. Artık bir birini öldürmeyi dinin bir emri hatta cihat sayma hadsizliğine düşmüş olanlar, kendilerine yeni tartışma alanları oluşturmada son derece başarılı olmuşlardır. Günümüzdeki tefrika, sanki bir birinin alternatifiymiş gibi dinin kaynağı “Kuran mı, hadis mi”. tartışmasına dönüştürülmüş eski bir sapkınlığın karşısına yeni bir sapkınlık icat etmiş durumdayız!
Maksadım; bu kavganın gereksizliği, Allah’ın dinine dönme konusunda Müslümanların uyarılması, tartışmaların önyargısız bir şekilde kavgasız sürdürülmesi, tevhidin, adaletin, aklın, mübaşerenin öncülüğünde Müslümanların fabrika ayarlarına dönmesi.. Yani Kuran’ın ve resulünün örnekliğinin rehber alındığı İslam’a….BUYRUN HEP BERABER….
27 Haziran 2016 Pazartesi
İSLMI BİZ Mİ BOZDUK, YOKSA İSLAM MI BİZİ BU HALE GETİRDİ?
EY MÜMİNLER; HİÇBİRŞEY OLMAYAN BİRİNDEN SİZE BİR CAĞRI.
SÖYLEYENİ HİÇ DÜŞNMEDEN SÖYLENENLERE BİR BAKARMISINIZ?
Çok değerli dostlar; Bu meseleyi anlatmaya çalıştığım konu başlıklarıaltta yer almıştır.
Her bir konu büyük bir kitap konusu olmasına rağmen en kısa şekliyle izah etmeye çalıştım.
Lütfedin okuyun ve tenkit edin. Acaba tespitler doğru mu? Yoksa abartılı mı?
Her bir konuya ulaşmak için başlık altında verilen adresi tıklamanız yeterli.
Her bir konuya ulaşmak için başlık altında verilen adresi tıklamanız yeterli.
Hz. Peygambere inen Kuran, o vahşi toplumu kuzuya döndürdü. İnsanlığa zirvesini yaşattı. Güzel bir örneklik teşkil etti.. Günümüze din adına söylenen şeyler milyarlarca katına çıktı amma, Şimdi o örneklikten zerre kalmadı. Biz mi dini bozduk, yoksa bugün, din mi bize vahşeti yaşatıyor!.?
Kuranı okuyoruz anlamıyoruz. Birileri bize Kuran anlaşılmaz diyor, Arapça bilmediğimiz için onlara itibar ediyoruz. Dini anlayanlardan öğrenmeye çalışıyoruz. Dini daha iyi anladıklarını iddia eden onlarca hatta yüzlerce farklı anlatımlar var. Buralarda öğretilen din anlayışları bir birini tutmuyor. Nerdeyse birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bu sefer seninki doğru, benimki doğru kavgasına giriyoruz. İslam’da vahdet sağlanamıyor. Gittikçe de bölünmeler sürüyor. Bunun sebebi ne? ;
http://islamtrnet.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_87.html#!/2016/06/blog-post_87.html
Aynı Allah’a, peygambere ve kitaba iman ettikleri halde parça parça olmuş ümmet kendi dışındakileri nasıl görürler?. Bu kadar ortak yön bu kadar tefrikayı getirir mi?
http://islamtrnet.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_87.html#!/2016/06/blog-post_87.html
Aynı Allah’a, peygambere ve kitaba iman ettikleri halde parça parça olmuş ümmet kendi dışındakileri nasıl görürler?. Bu kadar ortak yön bu kadar tefrikayı getirir mi?
Kuran kendisi için; Mübin, anlaşılır, açıklayıcı ve kolay bir kitaptır. Kıyamette yalnız Kuran’dan sorumlu olacaksınız. Demesine rağmen, halen birileri Kuran anlaşılmaz diyerek Kıyamette de kendi okudukları kaynaktan sorumlu olunacakmış imasını veriyorlar. Kuran anlaşılmıyorsa (haşa)Allah’ın sözümü doğru değil mi?
Bozulma bir proje olarak mı başladı? Kimler le başladı?, Nasıl devam etti?
İslam’ın ilk döneminde siyasi ve iç karışıklar nedeniyle meydana gelen ve günümüze kadar süren bu kopuşlar bir proje midir?
Hadis, Hadis ve Hadis
Mezhepler Dini Bozmak için mi çıktı?
KAVGALARIN EN BÜYÜK SEBEBİ SÜNNET KONUSU
Dinin reforme edilmiş halini (Tasavvuf-tarikat- yol )asıl sayan insana ne demeli!..?
İSLAM FİTNE VE TEFRİKA DİNİ DEĞİLDİR.
Eski âlim, şeyh ve üstat tapıcılığı nedir?
MÜSLÜMANLARIN BİR BİRİNİ TEKFİR ETMESİNE NEDEN OLAN KONULAR KURAN IN KONUSU MU?
Günümüz İslam dünyasında grupçuluk tefrika o kadar zirveye
çıkmıştır ki, adeta birinin ak dediğine mutlaka diğerinin kara demektedir.
Bunları saklayamayız. Kaçamayız da. O halde özgür bir ortamda iyi niyet
çerçevesinde Müslümanların bir birlerine diş bilediği konuların ne olduğuna bir
bakalım; Tabii, yönetimi elinde tutanlar, bu özgürlüğe tahammül edebilirlerse!
Bakarsınız birilerinin hoşuna gitmeyebilir!
Sadede dönersek. İslam dünyasında tefrikayı körükleyen
konulardan örnekler; Hz Peygamberin
haram helal belirleme yetkisinin olduğu, peygamberin dolayısıyla mürşitlerinde
gaybı bilmesi, Peygamberlerimizin yüz
binlerce mucize göstermesi, dolayısıyla evliyanın da kerametinin olması, Hz Havva’ nın Hz. Adem’in kaburga kemiğinden
yaratılmış olması, şefaat inancı, Mezheplerin din olarak algılanması,
Kıyamet alametlerinin olması, Kabir hayatının ve azabının olması, ruhlar
aleminin olması, ölülerden yardım istenmesi, ruhların belirli günlerde dünyayı
ziyaret ediyor olmaları, Mehdinin gelecek olması, Hz İsa nın halen diri yer
yüzüne tekrar dönecek olması, Kaderin, iman konusu olup, alın yazısına
inanılması, Hz peygambere büyü yapıldığına inanılması, Sünnetin; Hz. peygamberin ıslama getirdiği Kuran dışı
esaslar gibi algılanması, Hz peygamberin her söylediği ve her hareketinin
sünnet kabul edilmesi, Hz peygamberin mağarada Hz. Ebu Bekir’e tasavvuf
konusunda gizli bilgi vermesi, Hz.
Ali’ye verilen “İmamamet” görevinin, Hz.
Ebu Bekir ve Ömer’in kıskanacağı
endişesi ile peygamberimiz tarafından
saklaması, Hz Ali’ye kimseye
verilmeyen tasavvufla ilgi gizli bilgilerin verildiğine inanılması, imametin imanın esaslarından sayılması,
takiyye inancı, muta nikahı’nın dini temellere oturtulması, rüya, ilham
ve hissiyatın İslam bilgi sisteminde sayılması, Zamanın imamını tanımayanların cahiliye ölümü
ile ölecek olması, mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır iddiası, Hz peygamberin
nur u Muhammedî olması, Kuran’ın anlaşılmaz bir kitap olduğu fikri, Kuran ile
bağın, hatim ve ölülere okunma şeklinde kurulması, Kuran’ın sevap amacıyla
okunacak bir kitap olduğu fikri, Kuranda geçen İsra olayının miraca
dönüştürülerek Allah ile namaz
pazarlığına girişilmesi, Hz peygamberin birden fazla manevi ameliyat geçirmesi, Kuran’a abdestsiz dokunulmaması, Hadisin
vahiy kabul edilmesi, Hadisin korunmuş
olması, hadislerin Kuran’ın açıklanıyor
olması, hadisin, bazı ayetlerin hükmünü ortadan kaldırdığı iddiası, mevlit okumanın dinin bir vecibe görülmesi,
Bu konuları ağırlıklı işleyen ve dinin olmazsa olmazları gibi anlatan
kitapların İslam’ın temel kitapları sayılması gibi! konularda fikir birliği
bulunmamaktadır.
Bunlarda farklı düşünmemizin sebepleri nedir? Bu farklılığın bizim imanımıza bir zararı var
mı?. Allah kelamında bilindiği gibi sabiteler ve değişkenler vardır. Sabiteler
konusu ap acık ve açıklayıcı bir şekilde birden çok yerde zikredilmiş
hususlardır. Bunlar; Her şeyde yani fiiller ve sıfatlar konusunda Allah’ın
tekliği ve insana şah damarından yakın olmasına, son saatin olacağına(bizim
kıyamet dediğimiz olay) ve öldükten sonra dirileceğimize iman. Kuran’da
belirtilen ibadetlerin ifası, güzel ahlak ile
haram ve helallerin sınırı. Bunlar kendi içinde detaylı bir şekilde
Kuran’da açıklanmıştır. Tabi örnekler çoğalabilir. Bunlarda tefrika var mı?
Hemen hemen yok gibidir. Var olması da yine insan kaynaklıdır.
Pekiyi bu alanlarda sünnet ne işe yarar? Sünnet konusu
gerçekten her müminin bilmesi üzerinde bir hayli çalışması gereken bir konudur.
Sünnet Kuran’ın hayata yönelik yüzüdür. O’nu detaylandırır yaşanacak halin
örnekliğidir.
Kuran aynı zamanda bir
akait kitabıdır. O’nun dışında her hangi bir akaide ihtiyaç da yoktur. Zaten
akait konusuna insan eli değmeye başlamasıyla tefrika çoğalmıştır. Her akait
kitabına göre inanıp iman edilecek konular farklılaşmaktadır. Pekiyi, ayrılığa
sebep olan yukarda sayılan maddeler Kuran’da belirtilmiş mi? Hayır. Pekiyi
bunlara inanmak ve iman etme konusunda bir zaruret olsaydı bu bize bildirilmez
miydi? Mutlaka bildirilirdi. O halde, Allah bize belirtmediği inanmakla mükellef
kılmadığı hususlar için bir birimizi boğazlamamızı asla istemez. İmani konular için bile, insana özgürlük
veren Allah’a bu davranışları reva görürsek ona iftira etmiş oluruz. Zira dini bize öğreten Allah’ın kendisidir.
Kıymetli dostlar,
kardeşler mahşerde herkes Kuran’dan imtihan olacaktır. Kuran’da belirtilmeyen her hangi bir sebepten
dolayı görüş ayrılığı oluşan konuların, peşine kavga etmek amacıyla düşmek
fitne ve tefrikadan başka bir şey getirmemektedir. Öğrenme merakı ve ihtiyacı
olanlar tek boyutluluk ve dar kafalık kıskacına girmeden farklı düşünenlerin
delillerini araştırılabilir? Bir kişiye kutsal alimlere bağlı kalarak mutlak
onun dediği doğrudur alışkanlığı toplumumuzda bir tür hastalık haline
gelmiştir. Beynini kullanmayan kiraya veren olarak nitelendirilen bu durumun
neticesi şucu..! buculuğu..! beraberinde
getirmektedir.! Bu esarette düşmeden bilmediklerimizi elbet bir bilenden
öğreneceğiz. Tereddüt edilen konulara,
emek vermiş farklı görüşlere sahip üç beş kişinin kitabını okuyup veya
dinlememiz gerektiğini düşünüyorum. Ne
diyor rab’mız “ kendilerine anlatılanları dinlerler en güzeline uyarlar” İnsan için ne güzel bir öğüt.
Ha sunuda hatırda tutmak gerek. Vardığımız son kanaat de din değildir. Bir
yorumdur. Bakarsınız bu görüşünüzde
ilerde değişebilir. Makulün bu olduğunu düşünüyorum. Aksi davranışlar İslam’da
asla birliği getirmez. Düşmanın amacına hizmet etmiş oluruz.
KURAN'I OKUYORUZ NİYE ANLAMIYORUZ?
Evet dostlar. Hakikat tek iken, bugün hakikatlerin sayısı
binlerle ifade ediliyor. Hakikati bulma gayreti içinde olanlar imkanları
ölçüsünde kendisine sempatik gelen, yaklaşımları mülayim olan her hangi bir
gruba din öğrenmek için giriyor. Fazla
dini bilgisi olmadığı için onların sohbetleri, tavsiye ettikleri kitapları,
usulleri, her bir şeyi ile kendisinin de doğrusu oluyor. Ona göre, dini en iyi
anlayan “ Her yüz yılda gelen mürşit “ üstat ya da mehdilik makamında
oturan bağlı olduğu kişi!.. Orada
bulunanlar buna inandırılıyor, Bulundukları yerde öyle gizemli şeyler
söyleniyor ki; Orada olunması, Allah ın bir lütfu, ve nasip’li olunmasından!.
Dışarda kalanların vay haline!
Farklı bir düşüncenin olacağı da anlatılıyor. Ancak onların
sapık olduğu telkinleri ile yetiştiği için kendini tüm farklılıklara kapatıyor.
Kısaca oranın militanı oluyor. Bal kavanozunun dışına bakanlar onun tadını
bilmez demeye başlıyor! Zira kendisi artık içinden yalamaya başlamış! Yani,
oranın körü körüne savunucusu.
Her grub ferdinin iddiası bu!.
Hakikati bulma adına kafasını yoranların bir kısmı da;
İslam dünyasındaki örneklere bakıyor. Onlardaki cehalete, çelişkili söylem ve
davranışlarına, görünümlerine bakıyor. Böyle din mi olur? Deyip dinden soğuyor
kendi dünyasını yaşıyor.
Diğer bir kısım ise; Allah bana akıl vermişse, düşünmeyi
emretmişse, düşünmez, araştırmaz doğruyu bulmaya çalışmazsam bunun bir
sorumluluğu var. Deyip, bu karmaşa içinde doğruyu araştırıyor. Küçük bir çaba ile bu çelişkilerin kaynağı
dinden değil insandan kaynaklandığını anlıyor. Bu çelişkilerin din adına
söylenen sözlere ve kitaplara yansıdığını da görüyor. Ve içinde çelişki barındırmayan
kaynağa Kuran’a yöneliyor. Aynı zamanda gelenekten faydalanmayı da ihmal
etmiyor. Zira İçinde yanlışların olduğu gibi Kuran’ın desteğini almış
hakikatlerinde orada azımsanamayacak kadar çok olduğunun farkına varıyor.
Bunları nerden biliyorsunuz? Derseniz, kendimden biliyorum.
Evet dostlar dinini öğrenmek isteyen bir kardeşiniz olarak ülkemizdeki meşhur
tüm grupların içine girdim bal kavanozunu içinden yalayayım diye! Her birinin
bir tarafında zehir gördüm. İfrat gördüm tefrit gördüm. Bazı gruplarda Allah ın
artık yeryüzünde o grup şeyhinin suretinde insanlara göründüğünü öğrendim. Grup
liderlerine rüya ile, ya da ilham la Hz Peygamberden stratejiler öğrettiğini
duydum. Bazılarının yazdıkları kitabı Hz peygamberin dikte ettirdiğini
söylediler. Hz. Peygamberin cemaat toplantılarına, olimpiyatlara, müdahil
olduğunu söylediler. Ayakta boynu bükük, mahzun bir şekilde sohbet eden cemaat
liderlerinin böyle duruş sergilemelerinin nedeni olarak Hz Peygamberin onun
yanında olmasından kaynaklandığını ifade ederken bunu videoya çektirip
taraftarlara dinletildiğine şahit olundu.
Bazı cemaat liderleri acık acık söylemese de kendisinin peygamber,
mensupların bedir sahabesi olduğu imasını inancını verdiğini gördüm. Oradan
ayrılmanın sonucu münafıkla eş değer tutuldu.
Bazı tarikatlarda olmanın, peşinen cennetlik olduğunu inandırdılar. Bazı
üstatların son nefeste hırsız şeytandan imanı kurtaracağını fısıldadılar.
Nasıl oluyor da rüyalarda gezen Hz peygamber, her bir şeyhe
ayrı ayrı şekilde görünüp farklı öğretiler söylüyor?!.
Diğerlerinin gördüğü acaba şeytan mı..!? Oysa şeytan,
peygamber suretinde rüyalara girmez deniyor. Kuran kendisi için “En doğruyu
söyleyen Kuran” dır demesine rağmen Kuran’a farklı şeyler söyletiliyor
O hale getirdiler ki bu tacirler. İslam; içinden çıkılmaz
bir labirent!..... çık çıkabilirsen!.....
Tertemiz beyinler safiyane duygular içinde nerelere
savruluyor. ya da savrulmakta
Oysa, şeyhlere, masum imamlara değil de, Allah resulüne
inen Kuran, onların bu konulardaki iddialarını bir bir yalanlıyor. O tür
düşünceleri şirk sayıyordu.
Sonuç itibariyle; kişiler kime inanıyor, hangi gurup
fikirlerinden besleniyorsa, Kuranı ve dini o grubun daha iyi anladığı hükmüne
varıyor. Oradaki din onun dini oluyor. Tüm islam dünyasındaki gerçek böyle. Sadece
karşımızdakini bilmeden onları tanımlamaya kalkıyoruz. Bizim gibi
düşünmedikleri içinde onların sapkın olduğu kanaatini taşıyoruz. Kendimizde
asla bir hata yanlış eğilme bükülme yok sanıyoruz. Acaba diye düşünmek bile
aklımıza gelmiyor. Bizlerdeki akıl, ya nasipli olmak karşımızdakilerde yok mu
acaba. Allah bu doğruları yalnız bize mi fısıldadı? Sonra doğru dediğimiz şey
acaba Allah’a göre mi bize göre mi?
Ama herkes kendinde olanın Allah’ın doğrusu olduğunu iddia
ediyor. Ya bizde yanlış varsa, ya herkeste bir parça doğru varsa. Onlarda oldu diye o doğruları
reddettirmişlerse, bunun vebalinden
kaçabilecek miyiz?.
Kırk beş yıldan beri bir fiil bi yolculuğun içindeyim. Size
hikayemi değil, buralara nasıl geldik’i kendimden örnek vererek anlatmaya çalışmak. Hadis
düşmanı asla değilim. Sahih hadis ve sahih sünneti net bir şekilde anlama ve
yaşamaya gayret ediyorum. Şia, mutezile kesinlikle değilim. Zaten makalelerimde bunlarla ilgili gördüğüm
yanlışlardan bahsettiğimde benim kimsenin borazancısı olmadığımı göreceksiniz.
Mezhepliyim fakat mezhepçi değilim. Her hangi bir grup adına seslenmiyorum.
Amacım ünlü olmak filan değil. Bir kitap yazayım onun alt yapısını oluştursun
gibi bir gayretimin olmadığına Allah’ı şahit tutuyorum. Ben kendimi sadece Müslüman olarak
tanımlıyorum. Lütfen peşin hükümlü
olmayın. Kimseye çağırmıyorum. Yanız Kuran’a. Yorumlarınızı, sorularınız
bekliyorum. Saygılar. Odabaşoğlu
14 ASIRDAN BERİ DİN ÜZERİNDE OYNANAN OYUNLAR
1- Önce Kuran’ı
anlaşılmaz ilan ettik
2- Sonra aklı
devre dışı bıraktık.
3- Bir sürü
yalanı, Kuran’a ve Allah resulüne yakışmayan ifadeleri haşa Hz. peygambere
söylettik.
4- Kadim
medeniyetlerin kültürlerini, ruhçuluk, cifircilik, vb. gibi akımları İslam’ın
bir ürünü haline getirdik.
5- Tefsirlere
yine eski kültürün geleneğini, israiliyatı, ve İslam dünyasında uydurulan
rivayetleri soktuk
6- Hadisleri
vahiy saydık.
7- Kuran’ın bazı
ayetlerini hadisle nesh edildiği hükmünü
getirdik. ( ayetlerin hükmünü hadisler ortadan kaldırır dedik hem de
örneklendirdik).
8- Mezhepleri
dinin kendisi saydık.
9- Rüya, ilham
gibi bazı vehimleri bilgi kaynağı yerine koyduk.
10- Bazı insanları
insan üstü bir takım güçlerle donattık. Nerdeyse haşa Allah’ın ortakları haline
getirdik.
11- Şeyh ve alim
tapıcılığı geleneği olmazsa olmazımız oldu.
12- Azıcık aklını
kullanmaya, düşünmeye kalkanları mutezile ilan ettik.
13- İslam’ın bütününü
bozduk. İlkelerini parçaladık. Her bir
parçası ayrı bir dinmiş gibi sunumunu yapıyoruz. Her bir parçayı sahiplenenlerimiz
diğerlerini düşman ilan etti. Tekfir ettiler.
14- Mezheplere,
meşreplere, tarikatlara, cemaatlere, lime lime gruplara bölündük.
15- Karşı
düşmanlarımıza (bizden olmayan Müslümanlara) savaş ilan ettik. Şimdi cihat için
eleman arıyoruz.
16- Bizden olmayan
her grubun malı, canı, ırzı namusu, çoluk-çocuğunun kanını ganimet saydık.
17- Bunları sorun
görüp dile getirmeye kalkanlara neler
demedik ki; Rafızi, sünnet ve hadis inkarcısı, oryantalist, dini bozmada
görevli proje adamı!.
Şunu demeyi de unutmadık “ Ya sen nerden çıktın. Bugüne
kadar o kadar alim mütefekkir, ulema gelmiş geçmiş. Bunlar fark etmemişler de,
bunu sizler söylüyorsunuz?”
Bu sözlerle suçladığımız cılız sesli kişilerin şu
savunmasını dinlemeye değer bulmadık!
“Hz. Peygamberden sonra, Kurandan uzaklaşarak İslam’ın
çivisini sökme adımları atıldı. Her dönemde birileri gerek din adına gerek
farklı sebeplerden dolayı bu çiviyi yerine oturtayım derken daha da
laçkalaştırdı. Gecen on beş asırdan beri yapılan yamaları öz kaldıramaz oldu.
Çivi de ilkelerde, kurallarda her bir şey darmadağınık oldu. Hakikat parça
parça ümmetin elinde kaldı. Herkes kendi parçasını bütün sanıyor. Oysa bütünün
ne olduğunu gelin Kuran’a soralım. Artık tek birleşebileceğimiz asıl kaynak O’
dur. Bu kitabı gelin sahih sünnet ve sahih hadis bağlamında okuyalım ve
anlayalım!” Bu savunmayı kale bile
almadık. Rivayetleri Kuran’a sormaya
kalkıyorlardı. Ha bir de onlar mutezile
idi. çünkü düşünmeden, akıl etmeden bahsediyorlardı. Onlar
yine susmadılar; -İslam’ı
bu hale getiren bölük pürçük eden anlayışa niye bu kadar bağlısınız? - Nasıl bağlı
olmayalım. Bu anlayış bize atalar mirasıdır. Onların sizin kadar aklı yok
muydu? Bu halimizle İslam adına
dünyadaki insanlara çok iyi bir örnek değil miyiz!?
BU HALE NASIL GELDİK ?
Kuranı okuyoruz
anlamıyoruz. Birileri bize Kuran
anlaşılmaz diyor, Arapça bilmediğimiz
için onlara itibar ediyoruz. Dini anlayanlardan öğrenmeye çalışıyoruz. Dini daha
iyi anladıklarını iddia eden onlarca hatta yüzlerce farklı anlatımlar var.
Buralarda öğretilen din anlayışları bir birini tutmuyor. Nerdeyse birinin ak
dediğine diğeri kara diyor. Bu sefer
seninki doğru, benimki doğru kavgasına giriyoruz. İslam’da vahdet sağlanamıyor.
Gittikçe de bölünmeler sürüyor. Bunun sebebi ne? ;
1-İslam dünyasında
dinin birinci kaynağı olarak
ifade edilen Kuran, aslında dini anlaşılmasında nerdeyse en alt sıralara inmiş durumdadır. Bu
hale düşmemizin en büyük sebebi budur.
2- İslam’ın ilk yıllarındaki siyasi kavgalar,
kavmiyetçilik, fetihler neticesi göç dalgaları ve daha bir çok nedenlerden dolayı kötü niyetli kişilerin yüzbinlerce hadis
uydurması neticesinde din algısında değişikliklerin yaşanması. Mezheplerdeki
görüş ayrılığının en büyük sebebi olmuştur.
3-Tefrikaya sebep olan ana unsurlardan birisi de mezhebin
din yerine konmasındandır. Mezhepler Kuran’dan, gelenekten, örften
faydalanılarak çıkartılan hükümler manzumesidir. Mezheplerdeki kaideler
Allah’ın ifadeleri değil insanların kaynaklardan anladıklarının yorumudur.
Bunun için de farklı farklıdırlar. (Bunu mezhepler başlığında inceleyeceğiz)
4-.Usul ve kaynak farlılıklarından dolayı Tarikat ve
cemaatlerin her biri bir hizbi temsil eder duruma gelmişlerdir.
5- Bizim coğrafyamızda
din öğretenlerin içinde; her şeyi bilen, haşa Allah ile görüşebilen, Hz
peygamberi hem uyanıkken hem de rüyasında gören, bilgilerini ondan alan, masum,
hata işlemeyen, yanılmayan, hiçbir şekilde eleştirilemeyen, her söylediği nas
hükmünde sayılması gereken, şefaat yetkisi olan, keramet sahibi kutsal kişiler
mevcut. Bunlar; alim, mürşit, üstat,
kutup, gavs, alleme, muşum imam, ağabey, mehdi,
gibi isimlerle adlandırılmaktadırlar. Söz olarak ifade edilmese de İslam
dünyasında eski alim ve şeyh tapıcılığına dönüştürülen bir anlayış oluşmuştur
ki, onların sözü üzenine söz söylenmez.
.
Bunlardan hangisine ulaşabilmişsek, ya da onlardan hangisi
bizi bulmuşsa önce onların usulüne tabii olmak durumundayız. Nasıl
inanacağımızı, neyi okuyacağımızı, kimi dinleyeceğimizi, neyi nasıl
yapacağımızı, hatta çocuklarımızın ismini, okutup okutmayacağımızı, giyeceğimiz
elbisenin şeklini ve kumaşını onların belirlediği ölçülerde yerine getirmek
zorundayız.
İslami literatürde olup da orada bahsedilmeyen konularda
soru sorulmaz. Orada verilenlerin dışında her hangi bir konuyu düşünmeye de
gerek yoktur. Çünkü kafa karıştırır. Onlar size neyi ne kadar bilmeniz
gerektiğini zaten öğretirler! Şüphesi olan ikna olmayanın orada kalma imkanı
yoktur. Öyle gizemli şeyler anlatılır ki; Orada olunması, Allah ın bir lütfu,
ve nasip’li olunmasından. Kuran ve sünnet çerçevesindeki hakikatler sadece
onların dağarcığında. Nerdeyse imanlı olmanın tek şartı! Allah kurtuluş yolunu
sadece onlara bahşetmiş! !.
Diyemiyoruz ki ya da
dedirtmiyorlar ki; ya tamam da bu sözünü ettiğiniz kişilerin her söylediği doğru
ise, söylenenler bir birini tutmuyor. Doğru
bin tane değil ki. Hakikat birdir. Her zaman doğruyu bilemeyebilirler. Onlarda
insan yanılabilirler. Tabii bunu söylediğiniz gibi yutmak durumundasınız!
Okudukları kaynaklara gelirsek; hepsinde ortak okunan hiç şüphesiz
Kuran var. Ancak genelde Kuran anlaşılmaz bir kitap anlayışıyla dinin
emirlerini öğrenmek için değil sevap almak için Arapça metninden okunuyor,
öpülüyor ve yüksek bir yere asılıyor. Sonraki kaynaklar gruplara göre
değişiyor. Kimisi hadisleri, kimisi mektubat’ı, kimisi farklı tasavvuf kitaplarını, kimisi
risaleleri, kimileri de ekollerinin baştan beri takip ettikleri serileri
okuyorlar. Azınlıkta olsa bazıları da
meal dışında tüm kaynaklara kendini kapatıyor.
Bazıları da, Mehmet Akif’ örnekliğinde olduğu gibi; ön
yargısız tüm geleneği Kuran’ın özüne
bağlı olarak okunması doğru ve yanlışların Kuran’a arz edilmesi fikrini
benimsemişler. Kuran’a tezat olan
hususlar hangi kaynakta geçerse geçsin itibar etmiyorlar. Ne geleneği süpürüp
atıyorlar, ne de çerini çöpünü sahipleniyorlar.
BİR BİRİMİZE NASIL DÜŞMAN OLDUK? DÜŞÜNDÜK MÜ?
PARCALANMIŞ ÜMMET KENDİ DIŞINDAKİLERİ NASIL GÖRMEKTELER!
Aynı Allah’a, peygambere
ve kitaba iman ettikleri halde parça parça olmuş ümmet kendi dışındakileri nasıl görürler?. Bu kadar ortak yön bu kadar
tefrikayı getirir mi?
Kişi ve grupların
ortak yönleri var ama bunlar belirleyici değil. Belirleyici olan bu grupların
kendine özgü kitaplarının gizemli yönlerinin
mevcut olması. Nedir bunlar? Bu kitapların bir çoğu Hz Peygamberin bir
emri ve ikazı ile yazılmış, rüyada yazdırılmış,
Allah tarafından yazarlarının kalbine nakşettirilmiş kitaplardır.
Bunlar; anlaşılmaz olarak kabul edilen Kuran’ın anlamını da içerirler. Yüzde
yüz doğru olarak itibar edilen kaynaklardır. Gizemli ortamda yazılan ve
yazdırılan kitaplar her ne hikmetse bir çok alanda çelişkilerle doldur. Bir
grubunki diğerine uymaz. Haşa sanki Allah her birine farklı şeyler
fısıldamış, farklı boncuklar dağıtmış!.
Pekiyi bu gruplar bir birlerini nasıl tanımlarlar? Nasıl
mı?. Mesela vehhabi ler ve bir kısım selefiler, tarikatçıları müşrik görürler.
Tarikatçılarsa onları acınacak durumda!...dinin batınıni
yönünü anlamayan, zahiri ve cahil olarak görürler. Hak ve hakikat iddiasında
bulunanlar sünni ise; sade kendilerinin
ehli sünnet vel cemaat, şii ise; tek ehlibeyt mektebi kendilerinin olduğuna
inanıyor, inandırılıyor lar!..gerek sünni cenahta gerekse şii cenahında bir
birinden farklı yüzlerce anlayışlar mevcuttur.
Genel olarak gruplar kendilerinden olmayanları, yeterince
tanımadıkları halde; Mutezile, mürcie,
selefi, vehhabi, Reformist, hadis inkarcısı, tarihselci, Kuran’cı, oryantalist,
şiacı, gullatı şia, Sünnici, din bozmak için görevli proje adamı, gibi yaftalama ifadeleriyle tanımlarlar!
Saflarındakilerini bu öcülerle sürekli korkuturlar. Korkuturlar ki bir ısınma
olmasın.
Allah’ın rahmetinden ümitli, kurtuluşa bir adım atmak için
yola çıkan insanlara bilmedikleri tanımadıkları karartılara düşman ederek
başlayan bu sapmalar, genellikle tek boyutlu, dar bir İslam algısının, güçlü
bir propaganda ve sıcak yaklaşımlarla dinin
aslı ve bütünüymüş gibi yutturulmasıyla
başlıyor. Tamamen iyi niyetli masum beyinler yıkanıp, düşünme engelleniyor. Her
birisinin karşısına korkunç bir öcü konuyor.
Halimiz, çaresizliğimiz, geldiğimiz son nokta bu!....
EN BÜYÜK KORKUMUZ DÜŞÜNMEK!
Müslümanların en büyük
korkusu haline getirilen şey; düşünmek ve akıl etmek;
Kuran düşünün diyor.
Akletmez misiniz?, görmez misiniz? Ders almaz mısınız? gibi tabirlerle yüce
kitap bize yüzden fazla soru sormasına rağmen düşünmek tehlikeli midir.?
Düşünme ve akıl etme en çok istismar edilen konulardan
birisidir. insanlara akıl etmenin yanlış ve tehlikeli olduğu telkini yapılır. İlk
bakışta haklı sebeplere dayandığı
düşünülen bu telkinin aslında görünmeyen gösterilmek istenmeyen başka bir amaca hizmet
ettiği de unutulmamalıdır. Bunun en kısa
izahı; akılcılık hastalığının arkasına saklanarak düşünmeyi ve akıl etmeyi engelleyerek batıl inanç ve
akidelerini yutturmaya çalışılması!.
Pekiyi bu akılcılık
hastalığı nerden bulaştı? Bu anlayışın
çıktığı dönemlerde, aklı tamamen bir tarafa atan düşünmeyen aklı yok sayan Müşebbihe, Mücessime,
Haşviyye ve Kuran’ı maksat ve amacı dışında yorumlayan
Râfızi gibi gruplar toplumda taraftar bulmaya başlamıştı. Bunlara tepkisel
olarak ortaya çıkan akılcılık hastalığına batan anlayışa mutezile adı
verilmiştir.
Batılı felsefe kitaplarının Arapçaya çevrilmeye başlaması
hicri ikinci yüz yıldan sonra olmaya başlamıştır. Bunları okuyan bir takım İslam
alimleri meseleleri anlama gayretine, bu kitapların bakış acısını müdahil
ederek aklı her şeyin önüne çıkartmaya başlamışlardır. Mutezile bu kaynaklardan
en çok fayda sağlayan bir mezhep olmuştur. Yahudi,
Hristiyan, İran, Hind dinleri ve Yunan felsefesi gibi inançlar ile temas etmiş,
onları anlamaya çalışmış ve bu inanç sistemlerine karşı da İslam dini akaidini
savunmuştur.
Faydalandığı kaynağın etkisi ve aklı bir tarafa iten
anlayışların bozuk mantığından nemalanan mutezile, Kuran ölçüsünü aşan akılcılık hastalığına
bulaşmış, kendisi gibi düşünmeyenlere siyaseti kullanarak büyük baskı ve şiddet
gösterdiğinden toplumda fazla itibar kazanamamış bir mezheptir.
Başkalarının beynini
kullanmayı meslek haline getirenler,
insanları kendi anlayışlarında esir etmeyi sürdürmek için Mutezile ile
korkutulurlar. Oysa mutezilenin en büyük
sapması akıl ile değil, akılcılık ile olmuştur. Akıllı olmak ile akılcı olmak aynı şey
değildir. Akıllı olan Allah’ın varlığını
etrafına bakarak bulur. Akılcılığın kaidesinde görmediği bir şeye inanmama gibi
sapmalar mevcuttur. Bu çok iyi bilinmesi gereken bir durumdur.
Kuran’ında ifade ettiği gibi akıl bilginin ışığında ancak doğruyu
bulabilir. Akıl etmek düşünmek, Kuran’ın yüzlerce dile getirdiği bir ifadedir.
Zira aklı olmayanın dini yoktur anlayışı İslam’ın ifadesidir. Mutezilenin sapkın görüşlerini ileri sürerek
aklı yok saymaya çalışanlar, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışanlar
gibidir.
Bugün müminlerin hali maalesef ki budur. Öyleyse bu hale nasıl geldik? Bunların bir
sebebi olmalı? Geçmişe bir şey diyemiyoruz. Çünkü Alimlerimiz ve şeyhlerimiz,
din diye ortaya koyduğumuz müktesebatın bütünü bizim için kutsal olmuş. Herkes
kendi akidesinin etrafına öyle bir zırh örmüş ki onlara değil dokunmak hakkında
bir söz edemezsiniz. Onlar asla eleştirilemez. İçinde hiçbir şey yanlış olamaz.
Bir bozulmuşluk var sa ki var. O zaman hata kimde? Yukardakiler masum olduğuna
göre haşa hata Kuran’da dolayısıyla Allah’ta!.
İşte atalar dini
örnekliğinin bir başka benzerinizi islam toplumu yaşıyor. Öyleyse geriye dönüp
bir bakalım. Önceki dönemlerde yazılan
her bilgi doğru, bütün alimlerde aynı doğruyu söylemiş mi? Bakalım öyle mi!..?
Kuran kendisi için “En doğruyu söyleyen Kuran” dır.
demesine rağmen Kuran’a farklı şeyler söyletiliyor. Ha, birde Kuran ın bir
zahiri bir de batıni anlatımı var deniyor. Kuran’ın batıni yönünü bildiğini
iddia edenler de, batını yönle ilgili bir birinden farklı şeyler söylüyor. Bu
konularda Kuran’a o kadar çelişkili şeyler söylettiler ki! , Haşa bu çelişkiler
sanki Allah’ tan. Sözüm ona çelişkiyi
gidermeye çalışanlarda bu zatlar! Kuran’ı
gösterip herkesi kendine çağıran bu tacirler dini o hale getirdiler ki; İslam,
içinden çıkılmaz bir labirent!..... çık çıkabilirsen!.....
Bu çelişkileri sonucu islam coğrafyasında şu anda, Müslümanlar cihat yapmak için bir birini
Allah Allah diyerek öldürüyor. Malını ırzını ganimet sayıyor.
Hidayete davet ettiğimiz insanlar bu manzara karşısında
neye karar verebilirler ki!?
AMAN HA SAKIN DÜŞÜNME
DEDİLER, SENİN YERİNE BİZLER DÜŞÜNÜRÜZ?
SAĞ OLSUNLAR DÜŞÜNDÜLER! BİR DÖNÜP
BAKTIM Kİ NE YALANLARI YUTMUŞUM?! AZ KALSIN…..! ALLAH KORUSUN
KURAN'A YAKIN OLMAYI OKUMAK HATİM ETMEK SANDIK!
Kuran kendisi için;
Mübin, anlaşılır, açıklayıcı ve kolay bir kitaptır. Kıyamette yalnız Kuran’dan
sorumlu olacaksınız. Demesine rağmen, halen birileri Kuran anlaşılmaz diyerek Kıyamette de kendi okudukları
kaynaktan sorumlu olunacakmış imasını veriyorlar. Kuran anlaşılmıyorsa
(haşa)Allah’ın sözümü doğru değil mi?
Kuran aslında anlaşılır, yaşanır, bir kitaptır. 23 yıl boyunca kademe
kademe inmiş, Yüce rab’bın kullarından istedikleriyle birlikte, hayatın içinde, toplumdaki sorunların
çözümüne ve öğrenilmek istenen konulara açıklık getirmiştir. Toplumdaki gelişmelerin içine inen vahiy,
herkes tarafından ne dendiği, kime söylendiği, ne yapılması gerektiği anlaşılıyor
ve yaşanıyordu. Gelen vahiyde herhangi
bir gizemlilik yoktu. Bir aile içindeki meselelere, aile fertlerinden birinin
hakim olması kadar, Kuran ın maksat ve amacına söz konusu toplumun çoğu
vakıftı. Sahabe bir meselesi olduğunda
önce Allah’ın mesajına, sonar Hz Peygamberin uygulamasına bakardı.
Buna rağmen Kuran anlaşılmaz demek?
Her türlü yalan ve uydurmanın dine yamanmasına kapıyı açmak demektir. Bunu söyleyenler eğer gafletinden söylemiyorsa
mutlaka Kuran dışı bir şeye hizmet ettiği kesindir. Her fikir sahibi, kendisinin anlaşılmasını
isterken, Yüce Rab’ın mesajlarının
anlaşılmasını istememesi gibi bir durum olabilir mi? Bu ne büyük bir
garabettir. Haşa Yüce Allah’, mesajlarını
gizemli kılmış, bunları sadece kullarından bir kısmının anlaması istemiştir.
Başka anlamak isteyenlere her türlü yolu kapatmış olabilir mi? Bu kanaat Allaha iftiradır.
Bu kanaati doğru bir anlayış olarak bize dikte etmeye çalışanlar, Allah’ın
bir takım sıfat ve fillerini kullanma yetkisini bazı kullarına verdiğini iddia
ederek nüfuz elde etmişler nerdeyse Allah’ın rızası onların rızasına bağlanmış
durumdadır. Oysa yüce yaratan kendi yerine birisin haram helal belirlemesini,
din kuralı koymasını, Allah’a din öğretmek isteyenlerin işi olarak
nitelendirip, bunların müşrik olarak nitelendiriyor.
Allah’ın mesajlarının inmeye başlaması ve kitap haline getirilmesi konusunda
doğru bildiğimiz yanlışlarımızda az değildir. Allah’ masajlarını bir kağıt
üzerine Arap harfleriyle yazılı bir metinle Hz peygambere ilettiği gibi bir anlayış doğru değildir. İşin aslı Allah
resulünün kalbine Cebrail aracılığı vah yedilip, nakşedilişidir. KURAN ÖNCELİKLE BİR KİTAP DEĞİL HİTAPTIR. Ortada kağıt üzere yazılı bir metin yoktur. Bu
mesajlar unutulmasın diye, okuma yazma bilenler tarafından Arap alfabesi ile
taşlara, yapraklara veya derilere yazılmaya başlanması bir sonraki aşamadır. Hz Peygamberimizden sonra ilk defa Hz. Ebu
Bekir döneminde iki kapak arasında toparlanmıştır. Ayetlerde görülen noktalama
işaretleri ve sayısal rakamların verilmesi de Abbasi döneminde acemler
tarafından yapılmıştır. Kuran’ın gönderilişinin asıl amacı Arap harflerinin
tecvit ile okunması değil, tertil ile (anlayarak düşünerek) okunmasıdır. Yani
mesajların anlamıdır. Yüce kitabın
yüzünden tecvit ile okunması da elbette önemlidir.
Kuran’da geçen tevhidi kavramlar Hz. Ademden beri hiç değişikliğe
uğramamış, yüce Rab bütün peygamberle aynı şeyleri söylemiştir. Her bir şeyde
Allah’ı birlemek, ona yardımcı üretmemek, onun yetkilerini birilerine
devretmemek, Allah ile kul arasına
torpil müessesi yerleştirmemek, Haşa
Allah’a Allah’ın söylemediği bir şeyi söyletmemek. Mükemmeliyeti Allah’tan
başkasında görmemek gibi.
Hz Peygamberimiz
İslamı yalnız Kuran’dan
öğrenmiştir. Diğer dinlere yönelik detaylı bir bilgisi yoktu.
Bir başka yanlış bilgimiz, İslam Allah ve resulünün koalisyon yaparak
ortaya koyduğu kaideler değildir. Kuralları Allah belirler resul güzel
örnekliği ile onu hayatın içine sokar. Yani onu yaşar. Biz bu uygulamalara
nebevi sünnet diyoruz. (İbadetlerin yapılışı, güzel ahlakın toplum içinde
uygulanışı, tevhitte, muamelatta haksızlığa karşı
duruşta) Bir Müslümanın nasıl olması
örnekliğini sahabe ondan öğrendi. Bu sünnet baştan beri nesilden nesile
uygulanarak bizlere intikal etmiştir. Ancak bizim bugün, kuran ve sünnet algımız maalesef ki onun
bıraktığı mirasla aynı değildir. Kuran okunan anlaşılmayan bir kitap, Sünnet,
ahlaktan muamelattan, insan hak ve hürriyetlerinden arındırılıp bir kuşa
döndürülmüştür. Bugün sünnet dediğimiz
şeyin çoğu Arap adetlerinden olup ta Kuran’ın
müdahale etmediği, yaşanmasında bir beis
görmediği eylemlerden ibarettir. Bunlara da sünneti adetten denmiştir.
Hz peygamber din adına Allahtan
aldığı bütün mesajları hiçbir şeyi
saklamadan, gizlemeden eksiltmeden ümmetine iletmiş ve onları hiç eksiksiz hayatına uygulamıştır. Resul ve nebi olmasının
gereğini bi hakkın yerine getirmiştir. .Eğer bazı bilgileri saklamış yada sadece belirli kişilere
söylemiş olsaydı, peygamberlik görevini yerine getirmemiş olurdu. Bu Kuran’i
bir ifadenin özetidir. O sahabeden bazılarının kulağına gizli bir bilgi
aktarmamıştır. Bilinmesi gereken her şeyi herkesin bilebileceği bir şekilde
söylemiştir. Batıni yorumların kaynağı bozulmuş dinlere aittir.
BOZULMA NERDEN BAŞLADI? KİMLER BAŞLATTI?
Bozulma bir proje
olarak mı başladı? Kimler le başladı?, Nasıl devam etti?
Hz Peygamberin vefatı sonrasında, eski medeniyetlerin hakim olduğu
toprakların büyük bir çoğunluğu Müslümanların hâkimiyetine girdi. Bu yönetim ve
gelir paylaşımında ihtilafları ortaya çıkardı. Ömer, Osman (r.a) halife iken şehit edilmesinden sonra Hz. Ali nin halifeliği döneminde Cemel ve
Sıffin savaşlarında yetmiş bin kadar Müslüman birbirini öldürdü. Ardından
halife Ali(r.a) öldürüldü. Akmaya
başlayan kan bitmedi. Hasan zehirlenerek,
Hüseyin de boynu kesilerek kerbela da şehit edildi. Bu olayların
üzerine Medineliler, Emevîlere karşı
isyanı başlattılar; onları Medine’den kovdular. Kovulan Ümeyye Oğullarının geçecekleri yolları kayalarla tıkadıdar.
Bunun üzerine yezidin ordusu şehre saldırdı ve kısa sürede şehri teslim
aldı. Üç gün boyunca şehir yağmalandı, talan edildi. Kadınlara, kızlara üç gün
boyunca tecavüz serbest bırakıldı. Birçoğu ganimet olarak alındı. Mekke ve
Medine’de onbine yakın insan katledildi.
İslam Tarihinin yüz karası sayılan
bu olay (Harra Katliamı) akabinde
kızların bekâreti tartışılır oldu. Aileler bunun garantisini veremedi!. İşte
mazisiyle övündüğümüz tarihin bir yüzü!
Medine katliamından sonra Mekke kuşatıldı. Şehir mancınıklarla
dövüldü. Kâbe’nin duvarları yıkıldı.
Ahşap kısımları ve örtüsü yandı. Bu insanlık dışı üzücü olaylar toplumda derin
ayrılıkları meydana getirdi. Korku şiddetin sonu ilim siyasetin emrine girdi.
Cuma da okunan hutbe farz namazından sonra
okunurdu. Hutbede masum insanların, Hz. Peygamberin damadı ve
torunlarının aleyhine küfürler ithamlar okunmaya başlamasıyla halk, bu
iftiraları dinlememek için hutbeyi dinlemeden camileri terk etmeye başladı.
Bunun üzerine yönetim Hutbeyi Cuma farzının önüne aldı. Halen o geleneği
sürdürmekteyiz!. Bu kasıtlı eylemin
ardından insanların bir çoğu camilerden gidemez oldu. Bir kısım Alevilerde cami
düşmanlığının tohumu o günlerde atıldı. İslamın
tek eğitim yuvası, toplanma ve istişare
yeri olan camiler, yönetimin tüm haksızlıklarına
hizmet yuvasına dönüştü. Farklı düşünen muhalif olan insanlar ister istemez
camilerden uzak kaldı. Fikir ayrılıkları
sahabe konusundaki görüşlere de ifrat ve tefrit ölçüsünde yansıdı. Bir kısım Müslümanlar onları masum
kabul ederken, diğerleri de önemli bir bölümünü kafirlikle suçladı. Sosyolojik gelişmelerde,
her şeyin planlanmadığı, ya da her şey planlandığı gibi yürümediği bilinen bir
olgudur. Kötü şeyleri planlarsınız
sonuçları farklı olabilir. İşte bu süreçte iyi ve kötü at başı yarışarak devam
etti. İslam’ı anlama ve yayma işi, yeni Müslüman olmuş kimselere kaldı.
Bunların çoğu Arap değildi.
İslam coğrafyasının hızla genişlemesi ve Arap dilini bilmeyen
Müslümanlarda ki sayısal artışın neticesinde beklenmeyen gelişmeler yaşandı. Eğitim
imkânlarının son derece kısıtlı, din ile alakası olmayan yöneticilerin dinin
başında olduğu bir ortam! yeni Müslüman
olanlar, Tarihi Teberi kitabında da bahsedildiği gibi, Müslümanlığı seçip İslam
toplumuna katılmış insanların eski
alışkanlık, töre ve inançlarını yıllarca din diye yaşadıkları ve toplumda
konuştukları ifade edilir. İnsanlar Kuran’ı bilmedikleri ve anlamadıkları için
hadisler çerçevesinde dini anlamak ve yaşamak kolaylığı benimsedi.
Yine acem ve batılı kültür ve anlayışları içeren bir takım kitapların
Arapçaya çevrilmesi bu dönemlerde oldu. Bazı entelektüeller Islaman anlaşılması ve
yorumlamasına tercüme edilen kitaplar
zaviyesinden bakmaya başladırlar.
Kültürel bir karmaşanın yaşandığı bu toplumda zamanla
din adına konuşulan her şey dinin aslı gibi bir sonraki nesle
aktarılmaya başlandı. Bu algılar;
Kuran’a girmesi mümkün olmadığından, bazen Kuran’ın tefsiri, bazen de hadis olarak ifade edilir oldu. Zamanlar
tefsirlerde , uydurmalar ve israiliyat’ın öne çıkmaya başladığı
görülmektedir.
Kültür alanında bu karmaşa yaşanırken, siyasetin kemikleşmesi neticesinde
inançta saflaşmalar, bölünmeler başladı. Kitap ve Hikmet ile uğraşanlar
hürriyet içinde olamadılar. Siyasi Mezhepler Rafizilik,
mutezile, orta yol olarak Ehli Sünnet ortaya çıktı. Bunların dışında
irili ufaklı onlarca farklı anlayışlar türedi.
Bu gelişmeler ışığında İslamın
geldiği noktada Kuran’ın hayat kitabı
olması sadece cümlelerde kalmaya başladı. Okuma hatim kitabına dönüştü. Güvenilir
ravilerin adının kullanıldığı Kuran’a tezat
hadis uydurma borsasının kurulduğunu yine kaynaklardan öğreniyoruz. Doğru ve yanlışın iç içe geçmesinin ardından fıkıhı mezhepler kendini göstermeye başladı.
Hanifilik, şafilik, hambelilik
Malikilik. vb.
Hayatta koparılan Kuran’ın yeri,
Abbasi dönelerinde hadisler vahiy sayılarak dolduruldu. Kuran’ın bazı ayetlerinin hadislerce nesh
(hükmünü ortadan kaldırdığı) anlayışı getirildi. Dört Halifeden sonra, saltanata geçişle
başlayan yoldan çıkma, her dönemde
artarak devam etti. Bunlara daha sonraki aşamada, “4 kadim felsefe olan Hint-Çin-Mısır-Yunan felsefelerinin
sentezlenerek, üstüne, Kur’ân’ın yanlış çevrilmiş-çevrilen bâzı âyetleri ve
özellikle hadis-i kutsi denilen hadislerle-sözlerle harmanlanıp ortaya konan
bir eklektik felsefe ve düşünme sistemi olan Tasavvuf” (Prof.Dr. Mikail Bayram) çıktı. Yeni coğrafyaları,
fetihlerde tasavvuf hep dinin önünde gitti.
Hurafelerle boğuşmak durumunda kalan Müslümanlar hem Kur’ân âyetlerine,
hem de birer kevnî âyet olan, vücudumuzda ve dış dünyadaki âyetlere ilgisiz
kaldılar. Batılılar kevni ayetleri okuma sırrına vakıf oldu (Kevnî âyetleri
okumak demek; insanı, toplumu, toprağı, havayı, suyu, hayvanları, bitkileri ve
gökyüzünü araştırıp incelemek ve oralardan bilgi edinmek demektir.) Allah’ın
hiçbir âyetini okumayan Müslümanlar, kevnî âyetlerini okuyarak teknolojiyi
bilgiyi yakalayan Batılılar karşısında şaşkın ve perişan duruma düştüler.
Pekiyi olumsuzlukların olduğu bu dönemlerde hiç mi, iyi bir şey olmadı? Sorusu
elbette önemli. Elbette iyi şeyler fazlasıyla oldu. ancak bir havuz dolusu suyu
yarım litre pislik nasıl necis ederse yapılan kötülükler iyiliklerinde
iyiliğini yok etmeye yetti. İyiler anlamında Elbette yezidin oğlu 2.yezit, Ömer bin Abdülaziz,
Endülüs Emevi devleti o dönemlerin yıldızlarıydı. Ancak kaç yıl yaşamalarına
izin verildi! Yapmak istediklerini
sonuçlarını alabildiler mi!.? Bunların cevapları da önemli.
Kısaca “Niye bu Hale Geldik“ in özeti bu!
Pekiyi bunlar hakikatse niye bunu herkes bilmiyor?
Topluma yerleşen bir din bilinci var. Toplum din adına bildiği şeylerin ne
kadarı Kuran’ın ifadesi, ne kadarı sünnetden ne kadarı tarihi bilgi ne kadarı
geçmiş kültürlerin ürünü bunu maalesef ki ayırt edemiyor. Normal şartlarda da
etmesi pek kolay değil. Bunun için hem doğru kaynağa ulaşmak hem de emek vermek
gerek.
Bu gerçeklerin haykırılması yeni bir şey de değil. Ama bunları söyleyenler
diğerlerinden daha cılız kaldığı da bir gerçek. Tabiin neslinden Hasan Basri’
ilk yezide yazdığı ve bugün tercümesi yapılan Kader risalesinde yezit’in dini
bozma adına yaptığı yanlışları uzun uzun yazmıştır. Hz. Hüseyin’in kendisi bu
uğurda şehit edilmiştir. Yine üçüncü
kuşak torunu İmam Zeyd ha keza İslam’ı bölmek isteyen, bir takım tefrikaları
din haline getirmek isteyen şii gruplarına verdiği doğru mesajlar yüzünden
ihanete uğramış ve şehit edilmiştir. Yine devrinin en güçlü imamlarından İmamı Azam bu tür yanlış
ve yalanlara karşı durması neticesinde başına gelmeyen kalmamış, öldürülmüştür.
eski dönemlerde de bir hayli örnek
olduğu gibi yine yakın dönemler Mehmet Akif rahmetlinin çırpınışlarını
şiirlerinden anlıyoruz. En çok hitap ettiği alan bağnaz dindarlığadır. Sonra
başına gelenler malum. Günümüzde bunu dillendirenlere karşı tepki her
zamankinden daha güçlü. Onlara atılan iftiralar, onlarla ilgili söylenen
yalanların haddi hesabı yok. Nerdeyse kafir ilan edenden tutun öldürülmesine
kadar fetva çıkarmaya yeltenenler var. Günümüz ilim adamlarından bu hakikati
bilenlerde bunlardan korktukları veya tribüne oynadıkları için ya suskun
kalıyorlar. Ya da bu bozulmuşluğun arkasında gibi görünmeye çalışıyorlar.
Bu bozulmuşluğu temellerinin kimler tarafından atıldığını İslam’ın en ilk kaynaklardan öğreniyoruz Bu
gerçekler bugün ki din algısına,
alışkanlıklara, ters geldiği için toplumda yeterince ilgi görmüyor. Bu
gerçeklerin karşısında duran yıllardan beri dini temsil ettiğini, kendi
alışkanlık ve yaşam tarzlarını din olarak ortaya koyan derin yapılar mevcut.
Onların propagandaları siyasi ağırlığı, medya kuruluşları, topluma dönük
yüzleri küçümsenecek gibi değil. Bu gerçeklerin önünde en büyük engellerden
birisi de islamı terör dinine dönüştürme cabalarından kaynaklanıyor. Kendine
Müslüman diyen harici mantıklı, sapkınlaşmış selefiler, (selefiliğin bütünü
kastedilmiş değildir) rivayetlerden faydalanarak
bağlamından kopardıkları ayet manalarından insan öldürmeyle ilgili bir
sürü anlamlar çıkartıyor. Gözünü kan bürümüş bu yapılar Müslümanların bir birlerini Allah
Allah diye öldürmesi sağlamak için kullanmayacakları hiç değer kalmamış. İslam
onların elinde zalim bir kılıç olmuş. Terörü meslek edinmiş, islamın itibarını
sıfırlayan bu mantık, elbette Allah’ın kitabının anlaşılmasını istememekte.
Zira Allah insanı öldürmek için değil yaşatmak için yarattığını söylüyor.
Eğer islamın amacından kopma olmamış olsaydı, Mezhepler ortaya
çıkarımıydı?. Mezhepler bu bozulmuşluğu engelleyebildi mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)