Kendi indirdiği dini O’na öğretmeye kalkanlara şöyle buyuruyor. Rabbimiz: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah,
gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi
bilmektedir.” (Hucurat Suresi 16). “…De ki: Allah’ın, göklerde
ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?”
(Yunus Suresi 18).
Yine soruyor Rabbimiz: “İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir
ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan
ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar?”
(Casiye Suresi 6), “…Hadis (söz) bakımından Allah’tan daha
doğru kim vardır!” (Nisa Suresi 87). Yine Kur’an’da çok açık
bir dille ifade edilir: “Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde,
aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur’an,
uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini
tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk
için de bir kılavuz ve bir rahmettir.” (Yusuf Suresi 111).
“Bu hadisi (Kur’an’ı) yalanlayanı bana bırak; onları
bilmedikleri yerden derece derece (azaba) yaklaştıracağız.”
(Kalem Suresi 44). Kur’an-ı Kerim, en güzel hadistir. En güzel
olandan gelen ve bizi dosdoğru yoluna sevk eden en güzel sözdür.
“Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte
126 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve
onlar sağduyu sahipleridir.” (Zümer Suresi 18). Dolayısıyla
peygamberimize isnat edilen sözler de dâhil olmak üzere dini
konudaki tüm sözler, sözlerin en güzelinin sahibi olan Allah’ın
sözlerine uygun olduğu oranda dini anlamda bir değer taşır.
Bunun dışındaki sözler, kişilerin kendi görüş ve düşüncelerini
temsil eder.
Allah’ın ayetleri dururken din adına başka sözlere itibar edenlerin
durumu da açıkça ifade edilir: “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah
yolundan bilgisizce saptırmak için hadis/laf eğlencesi satın alır
ve onu alay konusu edinir. İşte böylelerine rezil edici bir azap
vardır.” (Lokman Suresi 6). Evrensel ve her dönemin kitabı olan
Kur’an, adeta ileride ortaya çıkacak olan hadis kültürünü önceden
haber vererek uyarılarda bulunur ve size Allah’ın sözleri yetmiyor
mu? diye sorar: “Artık bundan sonra hangi hadise/söze iman
edecekler?” (Mürselat Suresi 50). “Hadis (söz) bakımından
Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir!” (Nisa Suresi 87).
“Allah sözün en güzelini (en güzel hadisi) birbiriyle uyumlu/
ahenkli bir kitap olarak indirdi. Rablerine haşyet duyanlar onu
(okurken) derileri ürperir. Sonra kalpleri ve bedenleri (yine)
Allah’ı anarak (onunla) yatışır. Dileyen kimseye Allah işte bu
Kitapla hidayet eder…” (Zümer Suresi 23).
Allah’ın dinini Allah’a öğretmeye kalkan, elçisine vahyetmiş
olduğu Kur’an ile yetinmeyen ve arzu ettikleri kimi şeyleri
Kur’an’da bulamayanlar, “hadis” başlığıyla peygamberimize
birçok yalan isnat ettiler. İnananları kurtaracak olan atalarımız
ve onları üzerinde bulduğumuz din değil, Allah’ın dinidir. O da
Kur’an-ı Kerim’in ta kendisidir. Bu gerçeğe dikkat çekildiğinde,
“Ne yani peygamberimiz hayatta olduğu sürece hiç mi bir şey
konuşmadı?” diye itiraz ediliyor. Şüphesiz peygamberimiz pek
çok şey konuşmuştur. Ancak dini konularda sadece Kur’an’dan,
dünyevi konularda ise kişisel tercih ve beğenileri doğrultusundaki
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 127
meselelerden konuşmuştur. Ancak peygamberimizin dünyevi
konularla ilgili konuşmalarının evrensel ve dini bir bağlayıcılığı
yoktur. Peygamberimize isnat edilen, Kur’an’ın ruhuna uygun
olan dünyevi tercihleri ile ilgili rivayetleri örnek almak isteyen
örnek alır. Ancak bunları dinselleştiremez. Kur’an’ın bizzat
uygulanması olan gerçek sünneti dışında ayrı bir sünnet başlığı
oluşturarak bunlardan sevap umamaz.
Örneğin peygamberimizin kabak yemeği ya da kırmızı elma
yemeyi sevdiği ve günde iki öğün yemek yediği rivayet edilir.
Şimdi buradan hareketle kabak ya da kırmızı elma yemek ve günde
sadece iki öğün yemek, dini bir konu mudur? Maalesef insanlar
böyle zannediyorlar. Biri kalkıp “Ben kabak sevmem” derse “Sen
peygamberimizin sevdiği bir şeyi sevmeyerek peygamberimize
muhalefet ettin” diyorlar. Yine örneğin peygamberimizin helva
yemeyi sevdiği rivayet edilir.25 Bu yüzden helva yemenin sünnet
olduğu söylenir. O dönemde nasıl yapılıyordu bilinmez ancak
bugün bu sünneti yerine getirmeyi isteyen kişinin doktorların
ısrarla sakınılmasını tavsiye ettikleri üç beyaz olan un, yağ ve
şeker kullanarak yapacağı açıktır. Çünkü bunlar helvanın ana
gereksinimleridir. Şimdi sağlığa zararlı olduğu apaçık belli
olan bir tatlıyı yemek istememek, peygamberimizin sünnetine
muhalefet etmek midir?
Yine örneğin yemeği yer sofrasında, diz çökerek, tahta kaşıkla,
ayakkabıları çıkartarak ve bir yere yaslanmadan yemenin, tek
başına yemek yememenin, ekmeği el ile bölmenin, un çorbası
içmenin, su içerken de kıbleye dönerek ve oturarak üç yudumda
su içmenin sünnet olduğu rivayet edilir. Şimdi yemek yerken ya
da su içerken bunlara uymayan biri peygamberimize muhalefet
mi etmektedir? Ekmeği bıçak ile kesen biri sevaptan mahrum
mu kalmaktadır? Bu nasıl bir din anlayışıdır? Peygamberimiz
tüm bunları kişisel bir tercih olarak ve içinde bulunduğu
25 Tirmizi, Et’ime 29, (1832).
128 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
ortamın şartları neyi gerektiriyorsa ona göre uygulamış ya da
hiç uygulamamış olabilir. Ancak bu ve benzeri uygulamaların
hiçbiri dini anlamda bağlayıcı değildir. Allah, ayetlerinde
peygamberimize buyuruyor: “De ki: Elbet, ben, dini Allah’a
has kılarak yalnız O’na kulluk etmekle emrolundum.” (Zümer
Suresi 11). Peygamberimiz dini yalnız Allah’a has kılıyor ve din
adına yalnız Allah’ın ayetleri ile hareket ediyor. Oysa insanlar,
peygamberimizin yetindiği ayetler ile yetinemiyorlar.
Kur’an-ı Kerim’in, Allah sözü olduğundan şüphe edilemez.
Kur’an-ı Kerim, kuşku ve şüphe barındırmayan tek geçerli
hadistir. Allah’ın hadisi, yani sözüdür. Oysa Kur’an dışındaki
söz ve rivayetler, hem Kur’an ile hem kendi aralarında hem de
akıl ve yaratılışımız ile çelişmektedirler. Şüphesiz olan Kur’an,
şüpheli olan hadis rivayetleri için tek ölçüdür. Şüphesiz olan,
şüpheli olanın belirleyicisidir. Doğası bozulmamış insan aklı ve
yaratılışı başka türlüsünü kabul edemez. Gerçek anlamda inanan
biri başka türlüsünü içine sindiremez. Ancak maalesef yaygın
olarak yaşanan din, şüpheli olan üzerine kurulmuştur. Yaygın
olarak yaşanan dinde, roller değişmiştir. Şüpheli olan, şüphesiz olan
üzerinde otoritedir. Şüphesiz olanın nasıl anlaşılması gerektiğini,
şüpheli olan belirlemektedir. Bu sebeple yaygın olarak inanılan
ve yaşanılan din, Allah’ın indirdiği, resulünün de tebliğ ederek
en güzel şekilde örnek olduğu din değildir. Allah’ın sözlerine
teslim olmayan biri gerçek anlamda Allah’a teslim olabilir mi?
Allah’ın sözünün önüne söz geçiren ya da apaçık sözlerini hiçe
sayarak başka sözlere itibar eden biri, dosdoğru yol üzerinde
olabilir mi? Allah’a dinini, resulüne de peygamberliği öğreten
biri, kendini Allah’ın ve elçisinin yerine koymuş olmuyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder