29 Kasım 2018 Perşembe

ALLAH RESULÜ DÖNEMİNDE MÜMİNLER BÖYLE Mİ İDİ? BİZE NE OLDU?..! İŞTE BİZİM HİKAYEMİZ!

Allah'ın insanlığa gönderdiği dinler, tarih boyunca inananlar tarafından bozula gelmiştir! Buna karşın yüce yaradan, şirkten uzak kalmaları için, kavimlere sürekli peygamberler göndererek tevhit'teki yozlaşmanın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Ne yazık ki, insanoğlu her dönemde haddini aşmıştır. Kimileri dini yetersiz bulup artırımlar yaparak, kimileri azaltarak! Kimisi geçmiş kültürlerini, asabiyet ve kavmiyetçiliğini, aile kavgalarının sebep ve sonuçlarını   zamanla dinselleştirmiştir!  kimileri de dinden çıkar sağlamayarak sürece bir şekilde zarar vermişlerdir!...En basit bir örnek verecek olursak; Hz Musa, kavmini kızıl denizden geçirdikten sonra kırk günlüğüne ayrılır. Döndüğünde kavminin altından yapılmış böğüren bir ineğe taptığını, öncülerinin de  “Musa da böyle istiyordu” dediğini, Kurandan okuyoruz. İnsan tabiatı böyle bir şey. Henüz 40 gün içinde tüm gerçeği bilip görmesine rağmen bu  sapma neyin göstergesidir!..? Kabe deki lat ve Uzza kimleri temsil ediyordu? Hiç düşündük mü birisi lut a.s. Diğeri Üzeyir a.s. Müşriklerin  kutsadıkları kişilerdi. Bunlar bir masal değil,  aşırı yükselttikleri insanı tapma noktasına getirmesi insanoğlunun her an sapmaya meyilli olduğunun bir göstergesi!!! İlgili ayetlerde ne olduğumuzu  bize hatırlatan mesajlardır!
  Hz. Muhammed sonrası da,  söz konusu olumsuz etkenlerin kendini göstermesiyle İslam içindeki yozlaşma  diğer dinlerin kaderine mahkum olmuştur!. Başlangıç olarak zorba ve adaletsiz yönetimler, muhaliflerini sindirmek ve gözden düşürmek, hükümranlıklarını sürdürebilmek için toplumdaki huzuru adaleti, sosyal ilişkileri alt üst etmişlerdir! Allah’ın kitabının toplum tarafından yeterince anlaşılması için caba göstermek şöyle dursun,  geriye dönük bir takım rivayetler uydurarak haklılıklarını topluma kabul ettirme yöntemini kullanmışlardır. İç ve dış çatışmalar neticesi Kuran’ı anlayan insanların bir bir ölmesi, yaşayanların ise yönetimden uzak durması,  bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür! İslam’ı yeni kabul etmiş  geniş halk kitlelerin, dinini Kuran’dan öğrenme imkanı neredeyse kalmamış olduğu bir ortam! İnsanların dini anlama ve yaşama konusundaki beklentisine cevap verecek yeterli  altyapı da yok!! Karmaşa döneminde ise, Müslüman toplumun din adına bildikleri Allah resulünden beri nesiller arası yaşanarak gelen ibadetlerden anladıkları kadardır! Mana ve maksadını yeterince anlamadan yapılan ibadetler ise zamanla ritüele dönüşmüş, (https://hakikatlar.blogspot.com/2018/12/ici-bosaltilan-ibadet.html) Sahabe dönemindeki derinlik maalesef kalmamıştır! Bu karmaşa içinde  din adına yaşananlar!!!
Yönetimin hile, haksızlık ve zulümle  gasp edilerek, halifeliğin saltanata dönüştürülmesi neticesinde iktidar  ve muhalefetin düşmanlıklarının hat safhaya ulaştığı muhalefetin yok edilmesi için bütün imkanların seferber edildiği bir ortam!!! Bu gurupların arkalarına yandaş bulmak adına,  Kuran’ı ve Allah resulünü kendi lehlerine konuşturmaları neticesindeki uydurmaların daha sonraki nesillere din olarak yansıdığı bir zaman dilimi !!  Bunlar nasıl olmuş, tevhit inancı nasıl bozulmuş  bir bakalım!
Kuran anlaşılmaz ilan edilmiş, yetersiz görülen dinin içi gelenek, kültür ve siyasi kavgaların argümanları  ile doldurulmuş bölük pörçük olmuş islam toplumları!!! http://kurannediyorbizneanlyoruz.blogspot.com/2018/10/blog-post_75.html
 Muhalif  durumda olup kendilerini şia olarak tanıtan gruplara göre; Kuran’ı ancak temiz olanlar anlar ve açıklarlar! Onlar kim? Ehlibeyt!. Onlar da resuller gibi masumdurlar! Vasıtasız vahiy alırlar! Ölecekleri vakti  kendileri tayin ederler!  İmamete inanmak imanın bir esasıdır! Dolayısı ile ehli beytin her söylediği söz, peygamber sözü gibidir!  Kuran’ın anlamıdır!. Takiye dinin bir esasıdır! Müslüman olmak ve kalabilmek için bu esasların kabulü şarttır!!! Zeydiler hariç, Şiilerin inanç temelleri belirli bir süreçte bu esasa dayandırılmış, zaman geçtikçe  Sünnilerle farklılaşma yönünde içi doldurulmaya devam edilmiştir! (http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/10/sahabe-kimlere-denir.html) http://ehlibeytinsahabeyebakisi.blogspot.com/2011/12/i_3986.html
İktidarın zaten din diye bir derdi yoktur!. Bütün derdi saltanatını devam ettirmek, ganimetini artırmak, taraftarların çoğaltmaktır! Bunun içinde dinin onların lehine konuşturulması yeterli. Bunun içinde ne gerekse yapılmakta!
İktidar ile muhalefet arasında kalan geniş halk kitleleri, muhaliflerin dinde olmayan bir takım şeyleri itikat konusu yapmasına  karşı  mesafeli durarak, her ne kadar iktidarın zulmünü desteklemiyorsa da, karşı bir mücadele içinde de olmamış,  tabiri caiz ise kabuklarına  çekilmişlerdir!. Bir kısmı da daha iyi Müslüman olmak adına,  toplum içine yayılmaya başlayan züht hayatına yönlenerek her şeyden elini ayağını çekmişlerdir!
İktidar ve muhalefet kendi iddialarının altını doldurmak adına Allah resulü adın söz uydurma yarışına girdiklerini  Emevi döneminde başlayan bu faaliyetin Abbasî döneminde zirveye ulaştığını  görüyoruz!
Büyük kopuşun alt yapısını oluşturan bu iddiaların altının  doldurulması için iki tarafta da  hadis borsası oluştu!.  Bu oluşumların bir tarafında  ehlibeyt,  diğer tarafta da  peygamber adına hadis uydurma faaliyetleri  başlar! Bu o kadar meşrulaşır ve önemsenir ki, hadis uyduranlar bununla cennete bile gideceğine inanmaya başlarlar!.  Her iki tarafta da dinde olmayan bir sürü hurafe ve yalanları hem peygambere hem de ehlibeyte söyletmişlerdir. Bunlarla kalsalar ya! Bu yalanları kullanabilecekleri ayetlerin altına koyarak Kuran’ı da bu sürece  ortak etmişlerdir! Bugün ayet anlamlarına bakıyorsunuz, aynı ayet şiilere farklı Sünnilere farklı bir şey söylüyor!!. Allah'ta tezat olur mu!!? Haşa!!! Hadis uydurmalarını nerden anlıyoruz denirse; Hz. Ebu Bekir sahabenin yaşadığı dönemde bütün valilere genelge göndererek hadisleri toplatır. Toplam 500 hadis çıkar. Bu kadarın içinde bile çelişkiler görünce Allah resulü bize Kuran’dan başka emanet bırakmadı diyerek onları yok ettiriyor. Bütün sahabenin hayatta olduğu bir dönemde beş yüz  olan hadis sayısının milyonlara ulaştığını görerek anlıyoruz. (https://butunyonleriylehadis.blogspot.com/
Sürecin devamında, insani yorumlar, iyi niyetle, belirli zamanların sorunu çözme konusundaki fıkıh hükümleri, içtihatlar, farklı kavimlerden gelen kültürler, dinde olmayan binlerce şey dinden sayılırken,  Kuran’ın  hüküm  belirlemede adı olsa da,   etkisiz yetkisiz  sevgi ve saygı boyutunda duvarlara asılı bırakılmıştır!  Kitabı anlamayı değil de okumayı amel edinenler, ne hikmetse Allah resulünden yaklaşık iki yüz elli üç yüz yıl sonra metin tenkidi yapılmadan toplanarak  Kuran’a, ahlaka, akla  ve kendi kendisi  ile çelişen doğru ve yanlışın iç içe geçtiği  rivayetler  yığınını  anlaşılır ilan ederek, Kitabın yerine oturtmuşlardır!. Tabiri caiz ise  tevhit ameliyat edilerek reforma tabii tutulmuştur. İslam kılıfı ile İslami ritüellerinde içinde olduğu nerdeyse yeni bir din ortaya konmuştur! Daha sonraki nesiller bu tezgahı fark etmeden  söz konusu rivayetlerin bir çoğunu ne yazık ki, Kuran'ın anlamı zannı ile din haline getirmişlerdir. Çelişkili rivayetler; günümüzde bir kısım Müslümanların tüm hadisleri reddetmesine, bir kısmının dinden uzaklaşmasına bir kısmının  ateist ve deist olmasına neden  olurken, diğerlerini de geçmişte  gruplara mezheplere, meşreplere, daha sonrada tarikatlara bölünerek parça parça olmasına neden olmuştur!. Farklı rivayetleri benimseyen her bir grup, kendilerini hak diğerlerini batıl görmesi yüzünden, kardeş olmaları gereken müminler bir birini kafir ilan etmeye başlamışlardır. Bugün her bir grup kendilerinin hak olduğunu ayetlere ve hadislere dayandırabilmekte, Kuran ve hadis herkese farklı şeyler söyleyebilmektedir! Bu ihaneti zamanında görüp, Müslümanları Kuran'a ve nebevi sünnete çağıran Hasan Basri, İmamı Azam, İmamı Zeyd, Akif, Ali Şeriatı, Ahmet El Katip  ve sonraki alimlerimiz ya cezalandırılmış yada itibarları yerle bir edilmiştir. Süniiler şia olmakla, şii olanda Sünnici olmakla suçlanmıştır! Rahatlarını bozmak istemeyenler, gelebilecek tepkileri göze alamayan korkaklar, hakikati gördüğünde kafalarındaki dinin bozulacağı endişesi içinde olanlar, ya susmaktalar! Yada çıkarlarına dokunduğu için bu gerçeği söyleyen herkese bütün çirkinliği ile saldırabilmekte!...
İslam toplumunun bir dört yüz küsur yıl dan beri içinde bulunduğu bu ortam  bir senaryo değildir. Bu kadar bölünmenin, çirkinleşmenin, ahlaksızlaşmanın kaynağı nedir! Kuranı ve nebevi sünneti anlamaması, anlayamaması!! https://sunnetnedirnedegildir.blogspot.com/
 Mekruh saydığı bir eylemden kaçmak için onlarca haramın işlendiği, kendine göre sünnet, mubah, müsteap saydığı bir eylemi yapmak için yüzlerce farzın yok edildiği dindar toplum!!!
Gelinen nokta!...
İslam toplumları aklını kullanmayıp hurafe bataklığına saplanması yüzünden, bilimsel,  teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmelere ayak uyduramamış, topraklarını kaybetmiş birçoğu batılıların sömürgesi olmaya mahkum olmuşlardır!  Kaynaklarını akıllıca kullanmamış emperyalist ülkelere peşkeş çekmişlerdir.!   Bu  kadar aymazlığı, gerilemeyi kimileri batılıların oyununa, kimileri Müslümanların tembelliğine, kimileri de Kuran’ dışı uydurulmuş dinin insanlardaki düşünme akıl etme yetisinin yok edilmesine bağlamıştır.!
Neticede, günümüz Müslümanları tarihte hiç olmadığı kadar fakir, ezilmiş, aşağılanmış, zelil ve tefrikalara bölünmüş haldedir.  Karnı toklar acın haline ortak olmamakla birlikte, aşağılık bir hayat sürmektedirler. Açlık ve yokluk içinde olanlar eğitimden yoksun kaldıklarından kötülük üretenlerin etkisinde her yeni gün farklı amaçlara yönelik kullanılmaktadırlar! Kısaca Müslümanlar bir birine düşürülmüş,  bir birini öldürmeyi dinin bir emri hatta cihat sayma hadsizliğine düşmüş yada düşürülmüş durumdadır!  Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendilerine yeni tartışma, kavga ortamı oluşturmada son derece maharetli olduklarını da göstermişlerdir! Daha önce mezhepler ve tarikatlar  üzerinde yürüyen tartışma, bu seferde dinin kaynağı “Kuran mı, hadis mi”.?...Alanına kaydırılmıştır!!!!.
Bir sorun varsa ki, var! Asırlardır  saklanmaya çalışılıp bir türlü üstü kapatılamayan bir tür tevhit ve şirk' in mücadelesi artık ap açık ortaya çıkmıştır!  Mesele din üzerinde oynanan oyunların bozulup hakikate ulaşılması ise,  Maksat rızai ilahi kazanmaksa, önümüzde örneğimiz var. Bu dini güzel bir şekilde yaşandığı bir zaman dilimi var. Allah'ın resulünün övülen örnekliği ve bunların neler olduğu açıkça kitapta belirtilmiştir.
   Allah’ın dininin aslına dönme konusunda atılacak her adımda,  kavga etmeden, bağırıp çağırmadan, tartışmaların ön yargısız bir şekilde sürdürülmesi, tevhidin, adaletin, aklın, şefkatin, özgürlüğün, mübaşire nin öncülüğünde Müslümanların fabrika ayarlarına dönmesi yönünde bir cabaya güzel bir katkı sağlamak varken...!
Kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı bu çirkinlik, ötekileştirme,  iftira, şahsiyetlerini yok etmek...!  Bütün bunları kimin için, kim adına, neden yaparız? Hem de din Allah'ın, kavga niye bizim! Üstelik O böyle bir kavga istemezken! Bu çirkinlikten bir Allah rızası çıkar mı!..? Çıkmayacaksa insan kaybedeceği şeyin kavgasını yapar mı?


Yukarıda geçen konuların detaylarına girmek isteyenler  aşağıda verilen adreslerde bulabilirler

DİN KAYGISI OLAN İNSANLAR, BU GERÇEĞİ NE ZAMAN GÖRECEKLER?!!



MAKSAT DİN KAYGISI VE HAKİKATLERİN ORTAYA ÇIKARTILMASI İSE; insanların bu amaçla  düşüncelerini  ifade etmesi ve yazmasının  sansüre tabi tutulması asla kabul edilemez.! O Allah ki… bir başkasının etkisi ve zoru ile yapılan ibadetlere itibar etmeyeceğini bildirmiş,  her hangi bir  etki ve baskı ile kulun irade, fiilleri ve ifadesine, dokunulmasını istemeyip özgür bırakmışken,  bir kulun ya da bir zümrenin  kendi doğrusu istikametinde olmayanları bir şekilde susturulmaya çalışması, susturulması için her türlü kişiliğin yok edilmesi, zulüm iftira, hakaret etmesi yada bu yönde gayret göstermesi ne insanidir ne de İslamidir.  Zaten insani olmayan hiçbir şeyde İslami değildir.  Bunu niye söyledim?! Elektronik ortamda yayın yapan Aylık bir dergiden yazı yazmam için teklif geldi. Birkaç tane suya sabuna değmeyecek türdeki yazılarımı yayınladılar. Ancak, Kuran’ın ve nebevi sünnetin nasıl yok edilmeye çalışılıp yerine Arap örfünün, yalanın dolanın nasıl din sayılmaya çalışıldığını ifade eden başka bir yazımı yayınlamadılar. Daha sonra benim ismimin geçtiği önceki yazılarımı bile kazıdıklarını gördüm! Bunlar sofi, sözüm ona dindar insanlardı!!!
Din algısı ile, İslam toplumu içine yerleştirilmiş urları,  şirk unsurlarını temizlemeye yönelik bir çalışmanın ifadeleri olarak yapılan çalışmaların,  geleneği din edinmiş insanlara ters gelmesi gayet doğaldır!. Nedenine gelince;  yaklaşık 40 yıl geleneği din diye okudum ve yaşamaya çalıştım! İçini; dini hikaye, masal, destan fıkıh ve vaaz kitaplarından oluşan din algısı ile doldurduğum Yüce Kitabıma olan ihanetimi fark etmem çok uzun sürdü! Dinlediğim ve okuduğum kitaplardaki şirk unsurları, çelişkiler, uydurma savsatalar kafama takıldıkça, bunlar benim anlayamayacağım, fakat içinde hikmet barındıran hususlar zannı ile yıllarca kendimi avuttum! avutturuldum! Oysa, Allah bize anlamayacağımız bir dini gönderir mi idi!..?   Din büyüklerimizce okumamız yasaklanmış sıra dışı kitaplara meraktan bakmam sonucu içime sinmeyen konuların çok daha fazlasının olduğunu fark ettim. Aklımı kaybedecektim!! Zaman zaman bu arızaları dile getirmem neticesi bizlere söylenen söz, “Tarih boyunca o kadar büyük alimler, evliyalar gelmiş geçmiş onların sorun görmediği şeylerin, bir kısım reformistlerce dillendirilmesine itibar edilmez!” Propagandaları ile ipnotizma edilip uyutulduğumuzu acı ile ifade ediyorum!!! Bu süreç hep böyle sürdürüldü!!! Aynı sözlerle uyutma eylemleri ne yazık ki devam ediyor!
 Kuran’ın  anlam ve maksadı ile tanışmamın ardından  tüm inançlarımı  vahiy ışığında  akıl süzgeci ile sorgulama ve test etme ihtiyacı ile karşı karşıya kaldım. Araştırmaya  baştan başladım. Geçmişte ne oldu? Dine neler ilave edilip  çıkartıldı.? Bunlar hangi maksatla, kimler vasıtası ile yapıldı.! Gördüğüm manzara dehşet verici idi! Yalanın talanın, rüşvetin, suiistimalin, şirkin başlangıcı yeni değildi! Aslında bütün bunlar zaten baştan beri yazılıp çizilmişti. Sadece bizlerin görmememiz istenmiş!. Yanlışa yönlen dirilmiştik!    Yeni olan, onların varislerinin onlardan daha acımasız çamur  olduğu idi!!!
Hakikat şu değil  de ya ne!!?; Her insan imtihana tabii olduğuna göre sorumluluk sahibidir. Hayatı boyunca doğruyu da yanlışı da yapabilir. Yanılabilir!.. Resuller bile sadece kendi görev kapsamı içinde korunmuşken, kimsenin masum olmayacağını, uçtu kaçtıların insandan kurtarıcıların yalan olduğunu anlamak zor mu?!.  Nitekim bu gün geriye dönüp baktığımızda büyük alim saydığımız kişilerin nerdeyse tamamına yakını önceden doğru bildiği bilgilerinin zamanla yanlışlığını görüp yanlışlarından bir şekilde  kurtulmanın yollarını bulmaya çalıştığını görüyoruz. Bunların en bariz örnekleri İmam Şafi ve Ahmet Bin  Hanbel’ dir. Bu kişilerin  sonradan caydıkları görüşleri ile yeni görüşleri arasındaki çelişkileri görmezden gelip, her ikisini de doğru kabul ederek buna teviller üreten anlayışlara, hikmet gözü ile bakmamız, daha sonradan da cayabilecekleri  görüşlerini  Kuran ayarında görmemiz, ne hüsran ve ne büyük bir tezattır. Bunlar insandır yahu!! Allah’ın ortakları yada danışmanları değil!!!! Önceden yanlış yapmışlarsa yine yapmayacaklarının garantisini kim vereilir?!!
İslam; kul olan insanlar tarafından oluşturulan paket  programlarla ifade edilemez!. Bu güne kadar çeşitli ekoller kendi kültür ve yaşam türlerine göre itikat anlayışlarını bir paket haline getirip taraftarlarına din diye sunmuşlardır!. Bir biri  ve  kuran ile uyuşmayan  bu programlar sayesinde Müslümanlar kutuplaşmış,  tefrikaya düşmüş, bir birlerini katleder hale gelmişlerdir.  Allah ı bırakıp, evliya, büyük alim, gavs, kutup,  Allah dostu, gibi kutsallar üretip onları masum ve her şeyi doğru anlıyor, kılarak tapınma noktasına getiren arızalı anlayışlar,  Müslümanları bu körlüğü getirmiş durumdadır. Eğer kutsanan kişilerin söyledikleri doğru  olsaydı!  inançta bu kadar tefrika çelişki olmaz, bunlar bir birlerini küfürle itham etmez, insanları kendilerine değil Allah’a Kuran’a çağırırlar, toplumda cemaat kardeşliği değil din kardeşliği hakim olurdu!!!!  Allah’ın doğruları ile bunların paket  içindeki doğrular büyük oranda bir birleri ile örtüşmediği gibi,  saygı duyduğumuz  alimlerin hiç birinin görüşleri bir diğeri ile bire bir aynı değildir. mezhepler arası  icma adı ile oluşturulan ifade  tamamen yalandır. Zira birin haram dediğine diğeri helal diyebilmişlerdir.  Siyasi ve aile  kavgalarının ırkçılığın, farklı kültürlerin gücü ele geçirmek sevdası ile savaştığı bir dönemde,  belli zamanlar için şartlardan dolayı  belki  iyi niyet çerçevesinde oluşturulan paketler  amaca yönelik kullanılmayıp kurumsallaştırılmıştır! Her ekolün ileri gelenleri paketlerine  ilaveler yapmıştır! Daha sonrakiler ise, bütün uydurmalarla birlikte uydurulmuş inançları uyutmak amaçlı hap haline getirip  tabletleri bizlere yutturmuşlardır!!!
Kuran kendisi için; "Açık ve açıklayıcı, onda her şey tamam, sadece bundan sorumlu olacaksınız, başkalarına kul köle olmayasınız diye O’nu Allah size açıklamıştır. Resulün örnekliğinde İslam’ı anlayıp yaşarsanız mutlu ve sağlıklı toplum olursunuz" demesine rağmen, haşa Allah ı  yalan çıkartıp bu kitap anlaşılmaz!  Anlaşılır olması içinde Allah resulü adına sözler uydurup, bu kitabı, “ Allah peygamber aracılığı ile açıklamıştır”!  iftirası ile kendi  anlayışlarını kitaba yedirenlerin,  beş yüz ayette bile kendine yeterli delil bulmayanların, falanca çökerse din çöker borazancılarının,  rivayetlerin namusunu kurtarmak için vahyin itibarını düşürmeye çalışanların, deve sidiğini doktora gitmeye yeğleyenlerin!,  gerici, bağnaz, kendinden olmayana yaşama hakkı tanımayan, fakirin fukaranı  hakkını gasp ederek ihtişamlı hayatlarını sürdürmek amaçlı kendilerine saraylar yaparak hayır yaptığını iddia eden din taciri, sömürücülerinin;  Hakikati ifade edenlere, bu yalancılara inanmayın, insandan kurtarıcı olmaz, tek yol  Kuran ve nebevi örneklik diyenlere karşı   acımasızca saldırılarının  maksadı nedir!!? Bunu hiç düşünüyor muyuz!!? Acaba dini hassasiyetlerinden dolayı mı, yoksa çirkinliklerinin üstünü kapatıp sömürüyü sürdürme amaçlı mı!!?
 Şirk unsurlarına İslam’a ilave edilen urlara karşı  tepki olarak çıkan, “Kuran Bize Yeter” sloganı ile Kuran’ı sözlük/lügat üzerinden anlamlandırıp, peygamber siz bir din tasavvur edip,  ibadetsiz, ruhsuz bir din oluşturmaya  kalkanlar yada onlara  yandaş olanlar!!! Düşünmezler mi ki?... Kuran hayat kitabıdır. Peygamber O kitabı yirmi üç yılda yaşayarak hayat haline getirmiş numunedir.  O’nun vahyin ışığındaki örnekliğini  görmeyip çıkardığınızda Kuran’ın içindeki  hayatı kiminle dolduracaksınız?!! Herkes kendi ile doldurmaya kalksa, Kuran herkese ayrı bir şey söyler duruma gelmeyecek mi? Nitekim de bu sloganı kullananların her birinin sözü diğerini tutmuyor! Maksat hak ve hakikat ise, Resul demek Kuran, Kuran demek Resul anlamına geliyorsa ki öyledir. Onları nasıl bir birinden ayırt ediyorsunuz!!? Toplum olarak bu hale düşmemizin en büyük sebebi onu insanlıktan çıkartıp melekleştirenlerdi! Ortada insan bir peygamber bırakmamışlardı!  Ya siz ne yapıyorsunuz?! O’nu hayattan siliyor yok ediyorsunuz! Birileri uçurarak yok ederken, sizler silerek yok ediyorsunuz! Bu anlayışınızla hurafecilerin Kuran’ın anlamını öğrenmeye karşı yeni setler oluşturduklarının farkın damısınız? Sizler ve onların  Farkını nasıl anlayacağız?
Bu hale  neden, niçin  düştüğümüzü akıl etmeyenler görmeyenler,  görmek istemeyenler, görüp te menfaatim elimden gidecek diye susanlar, emeksiz beleşten kolayca cenneti bulduk diyenler, ya da korktuğu için sesini çıkartamayanlar!!! Pasif  kendine iyiler  vay halimize!!! Vay halimize!!!! Bu sorumluluk  sadece saldırıya iftiraya uğrayanlara  değil hepimize!!!!



DİN VE DİNDARLIK ANLAYIŞINDAKİ KOPUŞ, SALAT İLE İLGİLİ BİLİNMEYENLER


İslam Toplumlarında Din ve dindarlık algısı asıl amacından çok sapmış bir durumdadır.
 Halen Müslümanlar ritüellere sıkıştırılmış bir din anlayışı içindedir!. Din ve  dindar denildiğinde insanların kılık, kıyafeti ile, namaz, oruç, hac ile, sakal ve sarık ile çarşaf ve başörtüleri akla getirilmektedir!  Bunlar kişilerin kendi nusuklarıdır. Nusuklar, mensekler,  menasikler insani ve kişi ve Rabbi ile arasında özel olanlardır.   Herkesin inancı ve nusukları kendinedir.  Kişinin kendi ile Rab bı arasındaki ilişkilerinde yapmış olduğu nusukları  başkasına karşı ayrışma, çatışma, kınama ve üstünlük olarak düşünmesi ve inanması  kabul edilir bir şey değildir! Kimin kimden üstün olduğunu yalnız Allah bilir.  Asıl olan davranıştır. Herkes davranışlarınızdan hesaba çekilecektir..
İnsanlar ibadetlerinde bir birine örnek olmalıdır. İbadet denilince de akla yine nusuklar gelmektedir. Oysa İbadet ;  iş ve değer üretmektir. Toplumsal sorunları, sırtlamak ve çözmektir.  Destek ve dayanışmayı ayakta tutmak, paylaşmayı yaygınlaştırmaktır. İyi ve güzel işler yapmaktır. Salih amelleri çoğaltmaktır. Hayatın her alanında eşitliği, adaleti, merhameti, barışı, insana saygıyı, canlıları sevmeyi, doğayı, yaşam alanlarını, hayvan türlerini korumayı, insanın Rabbi ile, kendi ile çevresi ile ve tüm insanlık ile barışık yaşamayı öğrenmektir.
 Ritüellere sıkıştırılmış  şekilci bir din ve dindarlık, maksattan uzak nüfuza inmeden kabukta dolaşmaktan farksızdır.  Oysa din samimiyettir. Hissetmek o hisle yaşamaktır.  insana insanlığa, hayvanata, doğaya yönelik elinden geleni yapmak bu sayılanlara iyi olmaktır.  

SALAT ile ilgili tüm bilinmeyenler!!!
Hakkında en çok konuşulan ancak gereği gibi bilinmeyen salat kavramı bilgi kirliliği ile ve hararetli tartışmaları ile sürdürülmektedir.
Ancak anladığım kadarı ile  salat kavramı  sanılanın çok daha ötesinde ve çok geniş bir anlatım ile 
kur'an'da,  açıkladığıdır.

Ana başlıkları ile salat!

Kur'an da Allahın salatı, Allahın nebisine salatı,Allah'ın müminlere salatı, meleklerin salatı, Nebinin müminlere salatı, geçmiş Nebilerin salatı, müşriklerin salatı, münafıkların salatı,tüm varlığın salatı, kuşların salatı,Musanın salatı,Şuaybin salatı,lokmanın oğluna salatı vb başlıklar altında anlatılmaktadır.

Kavram, 67 yerde müfret, 11 yerde hem müfret hem de zamire
muzaf olarak, 5 yerde de ‘salavât’ şeklinde çoğul olarak zikredilmektedir. Yine üç yerde ‘sallâ’ şeklinde mazi; 4 yerde ‘yusallî, yusallûne’ şeklinde muzari; dört yerde emir; bir yerde de nehy-i hazır kalıbında geçmektedir.
‘salât’ ise, seksenden fazla ayette zikredilmektedir ki, bu sayı oldukça dikkat çekicidir.
fail, ism-i meful kipleri, Kur’an’ın bir çok sure ve ayetinde, hem erken dönem Mekkî, hem de geç dönem Medenî ayetlerinde sıklıkla kullanılmaktadır.Yaklaşık 125 ayette ve 31 degişik formda kullanılmaktadır.

Geçmiş dönem Nebyleri ile ilgili salat ayetleri detaylıca bildirilmekte ve hatırlatılmaktadır.Kur’an’da Neby'lerle ilgili kullanılışı ilk Neby e kadar gitmekte,
bir yerde Hz. Adem, Hz. Nuh, ve Hz. İbrahim’in nebi olmaları ve zürriyetlerinden
bazılarının seçilmişliğinden söz edip ancak sonra gelenlerin ibadetleri
(salât) zayi etmelerinden (19/Meryem,59) bahsedilmektedir. Kavram bir çok
yerde de Hz. Musa’nın hayatından bahsederken geçmektedir. Örneğin Allah’ın
Hz. Musa’ya ve kavmine evlerini secdegâh (kıble) yapmaları ve ibadetlerini
(salât) ikame etmelerinin vahyettiği (10/Yunus,87) ifade edilmekte, bir yerde
Sînâ Dağı’nda ilk vahiy esnasında ‘salatı ikame et’ diye (20/Taha, 14) vahyettiği
belirtilmekte, başka bir yerde de Hz. Musa’nın ehline salatı ve zekatı emrettiği
(19/Meryem,55) vurgulanmaktadır. Kavram bir yerde de, Hz. Şuayb’in kavminin
ona yönelik itirazlarını, “atalarımızın taptığı ilahları terk etmemizi senin
salatın mı emrediyor?” diye karşılık vermelerinden (11/Hud, 87) söz ederken
zikredilmektedir. Yine mezkur kavram Hz. İbrahim’in ailesini Kâbe’nin yanına
ibadetlerini (salat) yerine getirmeleri için yerleştirmesinden ve kendisini ve
soyunu da ibadetlerini yerine getirenlerden (mukimi’s-salâti) kılması için dua
etmesinden bahsederken (14/İbrahim, 37,40) geçmekte; ayrıca başka bir ayette
Hz. İbrahim’e salâtının, yaşantısının, hayatı ve ölümünün Allah için olduğunu
söylemesi (6/Enam,162) istenmektedir. Yine kavram bir yerde de, Allah’ın Hz.
İbrahim ve Lut kavmine hayırlı işler yapmayı ve ibadetleri (salât) ikame etmelerini
vahyettiğine değinirken (21/Enbiya,73) zikredilmektedir. Hz.
Zekeriyya’nın mihrapta yaptığı ibadetten bahsederken de (3/Ali-i İmran,39)
geçen kavram, başka bir yerde de, Hz. İsa’nın beşikte konuşmasından bahisle
“Bana yaşadığım sürece salâtı ve zekatı emretti.” (19/Meryem,31) şeklinde
geçmektedir. Yine Hz. Lokman’ın oğluna tavsiyeleri sıralanırken de geçmekte
ve Lokman’ın oğluna salâtı da ikâme etmesini (31/Lokman,17) önerdiği vurgulanmaktadır.

es-salât”ın, her ne kadar şekilleri ve tarzları bir diğerinden farklılık
gösterse de, aslında tüm din ve şeriatların ayrılmaz bir parçası olduğu
gerçegidir.Bu anlamda salat şekilsel olarak bir şekle baglı olmadıgı
anacak baglanmak ve baglantıyı ayakta tutmak rab ile ilşkiyi korumak onu ayakta tutmak anlamlarında kullanıldıgı görülmektedir.
Geçmiş Nebyler kadar Müminlerin ibadet hayatından bahsedilen
yerlerde de ‘salat’ kavramına en çok eşlik eden kelime, ‘ekâme/أقــــام ‘fiilinin değişik türevleri ve onunla birlikte oluşturduğu deyimsel yapılardır. toplam 46 ayette yan yana zikredilmektedir.
Kur’an’da ‘salat’ kavramının özellikle ‘ikâme’ sözcüğü ile beraber
zikredildiğini, ‘musallîn’ sözcüğünün ise yalnızca 107/Mâûn,3. ayetinde münafıklar hakkında olumsuz anlamda kullanıldığı
Zira aynı kelime Kur’an’da 70/Mearic,22 ve
74/Müddessir,43 surelerinde geçmektedir..
Şimdi merak ettiğiniz namaz kısmı
Ana başlıklarında verildiği  gibi, Allah'ın namazı olmaz, meleklerin olmaz,nebynin müminlere namazı olmaz,müminlerin müminlere namazı olmaz,kuşların namazı olmaz, tüm canlıların namazı olmaz.
Salatla bunlarda anlatılan bildiğimiz namaz değildir....
Ancak daha öncede söylediğim gibi bağlanmak ve bağlantıyı ayakta tutmak rab ile ilişkiyi korumak onu ayakta tutmak, rab'den destek istemek  anlamlarında kullanıldığı görülmektedir. Bu anlamda geçen salat ayetleri ise namaz anlamındadır.Ancak bu gün kılınan namazdan çok uzak olduğu da açıktır. Namaz niyaz ve aczi yet ifadesidir ve kulun rabbinden aczi yetini bedensel ifadeler ile göstermesi anlamındadır. Bununda ayakta, eyilerek ve kapanarak vücut dili ile göstermesidir. Dier anlamların hepsinde destek ve dayanışmayı sağlamak, Allahın ayetlerini toplumsal hayatta ayakta tutmak ve bunu korumak anlamların dadır.
Ramazan Tevhid

SAHABENİN SÜNNETİ ANLAMA KONUSUNDAKİ ANLAYIŞLARI


 Vahiy katipleri vardır. Fakat Hadis katipleri yoktur!
"Örnek alışlarıyla örnek olan sahabe, Nebevi Sünnete yönelik iki paralel tavır geliştirmiştir. Bunlardan birine “Bekrî”, diğerine “Ömerî” tavır diyebiliriz.
Bekrî tavır Peygamber’in örnek şahsiyetini, yüce ahlakını her şeyden önde tutar ve referans alırken
Ömerî tavır Kur’an’ı esas, menba ve melce’ olarak önceler, nebevi sünneti ise vahyin ışığında okur.
Bekri tavırda his ve heyecan hakimken, Ömerî tavırda akıl ve hikmet öne çıkar.
Birincisi tikel örneklikleri, lafzı ve formu önemserken
ikincisi tümel örnekliği, mana ve makâsıdı hedefler.
  İslam tarihi boyunca bu iki ekol sürdü, bundan böyle de sürecektir. Hz. Peygamber’in şahsına bağlılık İslam irfanının yolu oldu. Hz. Kur’an’ın ilkelerine bağlılık ise nispeten mahzun kaldı.
Hz. Kur’an bu ikinci yolu destekliyordu. Nebi’nin beşerliğini vurgulaması, onu şâri değil müteşerri olarak tanıtması, onun sözün önüne geçmemesini ihtar etmesi, onu uyarması ve azarlaması. Sünneti, Nebi’ye nisbetle bir kez bile kullanmaması, bunun delillerindendi.
Kur’an gibi Hz. Peygamber de Ömer’in yolunu destekliyordu. “vahiy kâtipleri” var fakat “hadis katipleri” yoktu. Nebi’nin, 
 ALINTI

Hadis nedir ve ‘hadis’e nasıl yaklaşılmalıdır?


"Sözcüklerin fiillerden türediğini varsayan ekole göre hadis terimi “daha önce olmayıp sonradan meydana geldi” anlamına gelen hadese kök fiilinden gelir. Sözcüklerin mastarlardan türediğini varsayan ekole göre, “eski olmayıp yeni ve orijinal olan şey” anlamına gelir.(1)
✅Bu sözcük kavramlaştıktan sonra genellikle “Hz. Peygamber’in ağzından çıkan söz” anlamına alınmıştır. Hadis terimini, lafız, kavil, kelâm gibi anlam alanına giren diğer sözcüklerden ayıran taraf, onun özgün, amaçlı ve orijinal bir söz oluşudur. Bu sözün hadis sayılabilmesi için peygamberlik misyonuyla doğrudan ilişkili olması gerekir. Yani Hz. Peygamber o sözü, dinî bir beyan olması amacıyla sarf etmelidir.
✅Sünnetin başına gelen hadisin de başına gelmiş ve Hz. Peygamber’in ağzından çıkan her söz misyonuyla ilgili addedilerek “hadis” adı altında tasnife tabi tutulmuştur. Fakat bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz nokta, hadisin sünnetle ayrıştırılması güç bir biçimde karıştırılarak, sünnetin hadis, hadisin sünnet sanılmasına, dahası artık ikisi arasındaki ayrımın yok olmasına yol açılmasıdır. Bunun sonucunda hadise sünnet muamelesi yapılmış, bunu fark eden art niyetli kimi çevreler ve kişiler ise, hadis üretim merkezi gibi çalışarak, dinin temiz kaynağına onda olmayan birçok unsuru sokma imkânı bulmuşlardır.
✅Oysaki hadisle sünneti ayırma işi, ilk dönemlerde üzerinde hassasiyetle durulan bir konuydu. Mesela, sahabeden Munakka’ b. Husayn şöyle der: “Kur’an ile örtüşen, sünnet uygun olan hadislerden başka hiç hadis rivayet etmedim. Çünkü Peygamber adına daha hayatında yalan isnat ediliyordum u. Ölümünden sonra neler yapılmaz ki?”(2)  Bu sahabi “sünnete uygun olan” hadislerin varlığından söz ettiğine göre, “sünnete uygun olmayan” hadislerin var olduğunu da kabul etmek gerekecektir. İşte yüzlercesi, belki binlercesinden biri: “Rasulullah şartlı satışı yasakladı.” Bu ünlü bir hadis. Oysa Cabir b. Abdullah’ın rivayetinde bu hadise aykırı şöyle bir uygulamanın var olduğunu öğreniyoruz: “Rasulullah bir sefer esnasında benden bir deve satın aldı, benim ona Medine’ye kadar binme şartımı kabul etti.”(3)  Bizim için bu ikisini telif etmek zor değildir. Rasulullah yasaklamayı farklı bir bağlamda, bu izni ise yine farklı bir olayda vermiş olabilir.
✅Sahabe kimi durumlarda Hz. Peygamber’in sözüne tabi olmamışken, aynı konuda ortaya koyduğu fiiline uymuştur. Hudeybiye’de yaşanan, bunun tipik bir örneğidir. Hudeybiye’de sahabe Rasulullah emir verdiği hâlde ihramdan çıkmamış ve kurban kesmemiş, fakat kendisi bunları yapınca onun ameline uymuşlardır.(4)
✅İçerisinde “sünnet” barındırmayan “hadis”in rivayetine İmam Malik de karşıdır. O, şöyle der: “İbn Şihab’tan çok hadis işittim. Onlardan hiçbirini rivayet etmedim, rivayet etmem de!” el Fervi der ki: “Niçin, diye sordum, o da “Amelî bir değeri olmadığı için”العمل عليها ليس dedi.”(5) İmam Malik öldüğü zaman, geride bıraktıkları arasında, hayatında asla rivayet etmediği pek çok hadis bulunmuştur. Kendisine “Bu hadisi senden başka bilen yok” denildiği zaman onu terk ederdi.(6)
✅İbn Abdilberr şöyle der: “Hz. Ömer, bir hüküm barındırmayan ve bir sünnet ifade etmeyen hadislerin nakledilmesini yasaklamıştı.”(7)
✅Seçkin sahabe, sünnetle hadisi birbirine karıştırmadığı gibi, Hz. Peygamber’in hadislerine illetini ve amacını gözardı ederek yaklaşmamıştır. İşte bir örnek: Hz. Peygamber sahibi bilinemeyen buluntu develerin alınıp satılmasıyla ilgili bir soruya, onun alınmaması, zira kendisini koruyabileceği ve sahibinin gelip onu bulabileceği şeklinde haber vermiş tir.(8) Sahabe bu hükme uymuştur. Ancak Hz. Osman, ahlaki bozulma sebebiyle, buluntu develerin alınıp satılmasını ve sahibi adına paraların alıkonulmasını emretmiştir. Hz. Ali ise değerin malın yerini tutamayacağından hareketle, develerin alınıp harcamalarının devlet hazinesinden yapılmasını emretmiştir.(9)
✅Bu örnekteki her üç uygulamanın bir tek amacı vardır: Malı sahibine ulaştırmak. Burada esas olan amacın gerçekleşmesidir. Sünnet olan amaçtır, araç değil. Bu gerçek göz ardı edilince, sünnet ve hadis gidiyor, yerini sünnetçilik ve hadisçilik adını vereceğimiz bir “ideoloji” alıyordu.
✅Eğer doğruysa, İbn Abdilberr’in verdiği şu örneği, bu yönelişin başlangıcı sayabiliriz: “Hz. Peygamber namazı seferde kısalttığı için, İbn Ömer buna muhalefet edip namazı tam kılanın kâfir olacağını söylemiştir.(10) Buradaki “kâfir” sözcü-
ğünü lafzi anlamına irca edip “nankör” şeklinde anlasak dahi, bu tasarruf söz konusu yönelişin mahzurlarını yok etmeye yetmiyor. Sünnet ideolojisi, daha ileri boyutlara da varıyor; tıpkı şu örnekte olduğu gibi: Muhammed b. Mukatil’in “Şayet bir belde halkı sivakı (diş misvaklamayı) terk etme konusunda ittifak etse, kâfirlerle savaştığımız gibi onlarla da savaşırız.” dediği nakledilir.(11)
✅Usul âlimleri, yazdıkları fıkıh usulü kitaplarında sünnetle hadisi ayrı ayrı ele almışlar, bu ayrımın dayandığı ilkeleri ise ayrıntılı bir biçimde açıklamışlardır.(12)"
▶️Dipnotlar:
(1) İbn Faris, Mekayis, Firuzâbâdî, Kamus, ilgili md.
(2) İbn Hacer, el-Isabe (2. Ks), 6/225.
(3) Buhari, Şurut 4, Müslim, Müsafirin, 72.
(4) Bu olayı, söz konusu teorik tartışmaya örnek vermeye dahi gönlümüz razı
değil. Çünkü bireysel ve toplumsal tüm davranışlar sınırsız neden, illet ve
amaçlara dayalı olarak gerçekleşebilir. Şu hâlde onları kodlamanın yanlış
sonuçlara götürebileceğini düşünmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
(5) Şatıbi, el-Muvafakat, 4/170
(6) Şatıbi, Ay.
(7) Camiu Beyani’l-İlm, 2/121.
(8) Buhari, İlim 28, Lukata 1-4, 9-11
(9) İbn Hazm, el-Muhalla, 8/271.
(10) İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-ilm, 2/195.
(11) el-Leknevi, Tuhfetu’l-Ahyar, s. 186.
(12) Bir örnek olarak bkz. İbn Hazm, el-İhkâm, I/154 vd."


ALINTI

İSLAMDA "NAMAZ YOK MUŞ!"


Yeni öğrendik!;

"İslam da namaz yokmuş!" 
"İslam da oruç yok muş!"
"İslam da hac yok muş!"
"İslam da tesettür yok muş!"
"İslam da ritüel yok muş!"
"İslam da cihad yok muş!"

Ne var mış?;
"Kalp temizliği, iyilik, güzellik, lay lay lom!.. " var mış!..
Bunun için el ele tutuşup Tanrı'ya sevgimizi göndermek gerekiyor galiba!

Dünya dediğimiz gezegen de yaşayan tüm insanların hepsi de sevgi pıtırcığı zaten!

Onlara sevgilerimizi sunduğumuzda, pozitif enerji gönderdiğimizde hepsi birer Leyla olup semah yapmaya koyulurlar!

"Namaz kılan şu şekilciler var ya!; Bunlar gösteriş yapıyorlar! Allah onlardan böyle bir şey istemiyor! Namaz zaten Farsça bir kelime! Salât kelimesi de "destek" anlamından başka bir anlama gelmiyor! Allah'a iyi niyetimizi sunarak, göğe doğru dönüp enerjimizi göndererek desteğimizi bildirdiğimizde salâtımızı (desteğimizi) sunmuş oluruz! Çünkü şekilcilik Allah'ı "aldatmak" olur!"

"Şu oruç tutanlar!; Beyhude aç kalıyorlar! Zira Allah kulunu o kadar çok seviyor ki, onların aç kalmasını asla istemez!
Oruç dediğin nefsin kötü arzularını yenmek ve nefisle mücadeledir! Aslında eline diline beline sahip olamayanlar, otuz gün aç kalan şekilcilerden çıkar ekseri!.."

"Hac'ca gidenler keza!; Asıl kâbe'nin kalp olduğunu bilmeyen yobazlardır! Kalbi temiz birinin etrafında tur atmak Arabın memeleketine gitmekten daha fazla ışığa ve aydınlığa sebep olur! Zira Kâbeye sığacağını söylemeyen Allah, bir kalbe sığacağını beyan etmiştir!"

"Tesettür de ne?!; Allah yarattığı bedeni gizlememizi emeredecekdiyse, neden "giyinik yaratmadı?" Arap örfünün kaidelerini bize din diye dayatanların işgüzarlığı! Bakın medeni Avrupa'ya!; bir tane sapık var mı? Sapıklar hep müslümanlardan çıkıyor! Zira yeterince kadın bedeni görmekten mahrum kalan müslüman erkekler, bedeni açıkda olan kadınlara saldırıyorlar! Bedeni örtmek gibi bir emri yok Allah'ın!"

"İslam da cihad da yok! Yeryüzünde olan tüm çirkinlikleri, tüm zulümleri, tüm ahlaksızlıkları, tüm adaletsizlikleri yok etmek için yapacağımız tek şey, sağa sola sırıtarak bakmak ve barış dileklerimizi sunmaktır!

Mesela Afganistanı yakmaya gelen, Irak'ı yıkmaya gelen, Filistinde bebekleri katleden, müslümanların boynuna Felluce de  zincir takıp köpek gibi dolaştıran ve zafer işareti yapan Amerika'lı asker kadın görünümlü şeytanlar hep yeterince iyi niyet ve sevgi dolu barış dileklerimizi sunamadığımız, el ele tutuşup mutluluk dolu pozitif enerji gönderemediğimizin bir neticesidir!"

"Aslında tüm bunlar, yeryüzünde olan tüm kötülükler müslümanların yanlış ve şekilci ibadet telakkilerinin bir ürünüdür!"

Hurafeleri bahane ederek, şekilci müslümanları öne sürerek, bu türden bir dinî anlayışı ikame etmeye çalışanların asıl amacı uydurulmuş dinin kallavî dedelerinden olan Celaleddinî Rumî dinciliğinin teslimiyetçi söylemini günümüze taşıyıp müslümanları birer kuzuya döndürüp kurtlara teslim etmektir!..

Namaz, oruç, hac, zekat, ritüel, cehd, tesettür...  hepsi islamın içindedir ve farzdır!

Namazı biz kılarız;
Zira namaz beş vakit gözümüzü gönlümüzü aydınlatır, nurlandırır!.

Siz, Celaleddin misali enerjinizi dönerek üretip, ışıklanabilirsiniz!

Uydurmacıları, rüşvetçi cami müdavimi memuru, cimri ve vicdansız hacı dayıları, yanmaz kefene güvenip kul hakkı yemekten çekinmeyen tarikatçıyı, şeyhinden aldığı tevbeye bel bağlayanları, oruçlu ağzıyla komşunun kızının dedikodusunu yapan hacı teyzeyi, müslüman kafası keserken "Allah-u ekber!" diyen cahil "cihatcıyı" bahane ederek bizi dinimizin kurallarına, Allah'ın emirlerine kör bırakamazsınız!..


Ramazan Yaman

HAKİKATEN NAMAZ NEDİR?



Namaz; külli bir ibadettir; Tahmid, tekbir, tesbih, zikir, şükür vs. hepsi onda mevcuttur.. Namaz; salattır. Yani; duadır. Tazarrudur. Kişinin Rab binin huzuruna  çıkmasıdır. Allah'ı ta'zimdir. Kulun esas duruşunu göstermesidir. O'nun huzurunda aczini fakrını ikrar ederek, ruku ve secdesini yapmasıdır. Kişinin haşyet duyması, kalbinin ürperme sidir.
 Kendisini sayılamayacak kadar nimetlerle donatan Rabbine şükrünü ifasıdır...
Fatiha'sız namaz olmaz. Onun dışında namazda ama Kuran'dan, ama mesnun olan dualardan kişi istediği kadar okuyabilir. Ruku ve secdesini istediği kadar uzatabilir...
Fatiha da en güzel dualardan biridir. İbadete layık biricik Mabud'tan yardım dilediğimizi her gün bir parola gibi tekrarlarız. Ahd-ü peymanımızı yenileriz. Din günün tek sahibinin yüce Rab olduğunu, orada onun ortağının, danıştığını  akıl aldığı birinin olmadığı bilincini ifade ederiz. Yalnız ona kulluk edip yalnız ondan yardım dilediğimizi,  hidayetin, kurtuluşun yegane sahibinin yüce Rab olduğunu yoldan ayırmamasını. Bizi, Yahudileşen ve Hristiyanlaşanlardan eylememesini O'ndan talep ederiz...Namaz tek yüce olan Rab'ın huzurunda boyun bükme bütün dikkati toplayarak O'nunla bir bağlantı kurmadır. Aynı zamanda.

Özetle Namaz; kişinin kimin karşısında, ne amaçla durduğunu,   kainatın halıkı ve razıkı olan Allah'ın huzurunda  bulunduğunu hissetmesidir. O'nun azameti karşısında kendi aczini, fakrını itiraf etmesidir.  O'ndan af ve mağfiret dilemektir. Namaz sadece kıraatten ibaret değildir. Elbette namazın sevabı kıraatın ziyade olmasına bağlıdır. Yani ne kadar kıraat fazla ise o kadar makbuldür. Rekatların sayısına değil, okunan ayetlerin sayısına bakılır. Bununla birlikte namaz kıraate indirgenemez. Kıraat farzlardan yalnızca biridir.  Namaz Arapça etüt çalışması değildir. Ya da ayn çatlatmak, tecvid, meharic-i huruf hiç değildir. Mukabele saati de değildir. Namaz zikirdir. Allah'ı anmaktır.." وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْرٖى Beni anmak için namaz kıl" .


Namazın Arapça kılınması gerektiği yönündeki iddiaların hiçbir ilmi dayanağı yoktur. Kuran’ın hiçbir yerinde namaz kılarken Arapça kılmamız emredilmemiştir. Dolayısı ile kişi istediği dilde namaz ibadetini kılabilir diyen alimlerimiz mevcuttur. İmamı azam bunlardan birisidir.. Bu alimlere göre  namazı anladığı dilde Kuran ayetleri okuyabilir ya da Allah’a dua edebilir. Namazda asıl olanın Allah’ın anılması/hatırlanması olduğunu şu Kuran ayetinden anlıyoruz:
"Hiç kuşkulanma ki ben Allah’ım. İlah yoktur benden başka. O halde bana kulluk et ve namazını, beni zikir(beni hatırlayıp anmak) için yerine getir." (20-TaHa 14)
Kuran’ın Arapça indirilmesinin tek sebebi, onun Arap Yarımadasına inmesidir, yoksa Arapça’nın herhangi bir kutsallığı yoktur. Bunu şu ayetten açıkça görebiliriz:
"Biz, her resulü kendi halkının dili ile gönderdik ki onlar için her şeyi ortaya koysun. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan O’dur." (Ibrahim 4 )
"Kur’an’ı, yabancı bir dilde oluştursaydık derlerdi ki “Ayetleri açıklansa ya? Arap’a hiç yabancı dilde bir kitap olur mu?” De ki “O, inanıp güvenenler için doğru yolu gösteren ve şifa olan tedavi eden bir kitaptır. İnanmayanların sanki kulakları tıkalı, müminlere karşı gözleri sanki kördür. Kendilerine uzak bir yerden seslenilen kişiler gibidirler"(Fusilet 44)
Namazı anlaşılacak bir dilde kılmak yada okuduğu ayetlerin anlamını bilmenin çeşitli açılardan faydası mevcuttur. Nisa Suresi 43. ayette şöyle buyrulmaktadır: "Her elçi kendi kavminin dilinde tebliğ etmiştir", Hz. Muhammed de Arap kavmine gönderildiği için Kuran Arapça inmiştir. Namazın sadece Arapça kılınması gerektiği iddiası, Kuran ayetlerinden çıkmadığı gibi aynı zamanda ayetler ile çelişmektedir de. Zira Kuran’a göre, Arapça bilmeyen önceki nesillere de namaz emredilmiştir; mesela Hz. Musa ve kardeşine (10-Yunus 87),Hz Şuayb Peygamber’e (11-Hud 87), Hz.Lokman Peygamber’e (31-Lokman 17), İsmail Peygamber’e (19-Meryem 55), İsrailoğullarına (Bakara 43). Şüphesiz ki bu kavimler Arapça bilmiyordu, dolayısı ile kıldıkları namaz da Arapça değildi. Kuran, bize daha önceki kavimlere de temel hükümlerin aynı şekilde açıklandığını söylemektedir (26-Şuara 192-197). Bu bilgiler ışığında namazın sadece Arapça kılınabildiği iddiası kabul edilemezdir.
"Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın."
Görüldüğü gibi ayette, namazın gerekliliklerinden birinin “ne dediğimizi bilmemiz” olduğuna işaret edilmektedir. İyi ama namazını Arapça bilmeden Arapça kılan çoğu insan ne dediğini bilmemektedir. Bu durum ise yukarıda bahsettiğim gereklilik ile çelişmektedir. Muminun Suresi 2. ayeti inananların namazlarında derin bir ürperti ve tevazu içinde olduklarını söylemektedir. Sizce, ne söylediğimizi bilmeden böyle derin bir ürperti duyabilir miyiz?


NAMAZ İBADETİ ALLAH RESULÜ ÖNCESİNDEN ÖNCEDE VARDI
Cahiliye devrinde cünüplük sebebiyle gusül abdesti almak gerektiği bilinirdi. Abdest de bilinirdi. Dolayısıyla namaz bilinen ve ifa edilen bir ibadet idi.

Ebû Zer el-Ğıfârî Hz. Peygamber’e gelip İslam’a girmeden üç sene önce namaz kılardı. Kus b. Sâide de namaz kılanlar arasındaydı.

Cahiliye devrinde zekât ve/veya sadaka da bilinirdi. Misafirler ve yolcular ağırlanır, zayıf ve düşkünlere yardımda bulunulur, fakir fukaraya sadaka verilir, sıla-ı rahim yapılır ve bu tür işleri yapanlar övgüyle anılırdı.

Oruç ibadeti de bilinirdi. Kureyşliler İslamiyet’ten önce tazim ve kefaret için Aşure orucu tutarlardı. İtikafa çekilmek de onların meçhulü değildi. Keza Araplar hac ve umreyle ilgili bütün menâsiki bilir, kurban keserlerdi; fakat bütün bu ibadetlere şirk bulaştırmışlardı.

Zikri geçen ibadetlere ilaveten İslam öncesi dönemde cenaze namazı, cenazeyi kefenleme ve “rahmetullahi aleyk” (Allah’ın rahmeti üzerine olsun; -bugünkü tabirle- Allah rahmet etsin) duasıyla defnetme, üç talâkla boşama gibi ritüeller de vardı. Ayrıca, ceza hukukuyla ilgili olarak eşkıyalık (hirâbe) suçunu idamla, hırsızlık suçunu el kesmeyle cezalandırma örfü de mevcuttu.

Bütün bunların yanında İslam öncesi Arap toplumunda üç talakla boşama (bâin talak) ve bu şekilde boşanmış kadının ancak bir başka erkekle evlilikten sonra önceki eşine dönebilme şartı (hülle), zıhar, îlâ, hu’l (muhâlea) ve Zülmesâcid el-Yeşkûrî diye anılan adamla ilgili rivayetteki bilgiye göre mirasta erkek çocuklara kızların payının iki misli pay verilmesi gibi uygulamalar da mevcuttu.


KURAN ÜZERİNDE OYNANAN OYUNLAR (!)



HADİSÇİLER VE BAZI ULEMA, UYDURMA HADİSLERİ KURTARABİLMEK İÇİN, KAFALARINA GÖRE KUR'ANDAN AYET DEĞİL, SURE BİLE SİLMEYE KALKMIŞLAR,  BUNA DA, AYETLERE TAKLA ATTIRARAK "NESH/İPTAL" DENİLEN BİR HÜKÜM UYDURMUŞLAR.
  Nasih/Mensuh(iptal edilen ayet/iptal eden ayet) felaketine inanan bazı hadisçi ve ulema  adeta bu saçmalıkları adeta  boşa çıkmamak için  " hadisi kurtaralım da, ayet n'olursa olsun" gelebilecek yanlış bir yolun etkisinden kurtulamamışlardır. Bu kaygı ile şu saçma kuralları uydurmuşlar; Bazı ayetlerin hükmü var, ama ayeti yokturBazısının da ayeti vardır, ama hükmü yoktur. Bazı ayetler de sünnet/hadis ile iptal edilmiştir. Bazı ayetleri keçiler, tavuklar yemiştir. Bazıları Allah tarafından unutturulmuştur! vb...Yani yüce rabbimiz, Kur'anı indirirken "acele ile yanlışlık(!) yapmış, unutmuş(!), eksik/fazla yollamış(!)" gibi, tek sağlam vahiy kitabında, sonradan düzeltmeye gitmiş..miş!!
Bu saçma rivayetlerden bazı örnekleri, önce rabbimizin Kur'an'ın korunmuşluğu ile ilgili birkaç ayetini hatırlattıktan sonra, aşağıda naklediyoruz."
“Elif Lam Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.”(Bakara 2)
"Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız. ( Hicr 9 )
"Onlar hâlâ Kur'ân'ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı." (Nisa 82)
VE İŞTE BEYİN YAKAN RİVAYETLER;
“O sûre, geceleyin neshedildi. Bu yüzden ezberleyenlerin göğsünden ve yazılı bulunduğu her şeyden silindi.”(Ebû Ubeyd, s.13-14; İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, s. 33.)
İbn-i Mes’ud’un şöyle dediği rivâyet edilir:
Hz. Ömer;
“Rasulullah (asm)’a bir âyet indirildi. Ben de onu mushafıma yazdım. Sabahleyin bir de baktım ki, kâğıt (varaka) bembeyaz! Bu durumu Rasulullah (asm)’a haber verince şöyle buyurdu: “Bilmiyor musun, o âyet bu gece kaldırıldı.”
(İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, 34)
Ebu Musa el-Eş’arî’nin de şöyle dediği rivâyet edilmektedir:
“Berâe sûresi gibi bir sûre indirildi, sonra neshedildi"
"Yüce Allah Muhammed (asm)’i hak ile gönderdi ve ona Kitab’ı indirdi. Ona indirilenler arasında recm âyeti de vardı. Onu okuduk, kavradık ve anladık. Rasulullah recmetti, ondan sonra biz de recmettik. İlerde bir kimsenin, 'Recm âyetini Allah’ın Kitabı’nda görmüyoruz.' diyerek Allah’ın farz kıldığı bir şeyi terk etmekle dalalete düşmesinden korkuyorum." (Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, ( 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418).)
Hz.Ali şöyle dedi:
“Recm Allah Resûlü (s.a.v.)’nden gelen bir sünnettir. Daha önce recm âyeti inmişti. Yemame Savaşında recm ve başka ayetleri okuyanlar şehit oldular (ve dolayısıyla bu âyet kayboldu.)Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 143.
Hz. Ayşe(r.a.)şöyle demiştir:"Recm ve bilinen
on defa emzirmenin haramlık hükmü doğurduğu konusunda ayetler indirildi. (Bu âyetler) evimin içindeki divanın altında bir sahife üzerinde yazılı idi. Resûlullah (s.a.v.) hastalanınca onunla ilgilenmiştik. O sırada bir evcil hayvan(tavuk) gelip (söz konusu âyetlerin yazılı olduğu) sayfayı yemişti.”(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 269.)
Zeyd b. Erkam;
"biz Resûlullah (s.a.v.) zamanında
“Âdemoğlunun iki vadi altını ve gümüşü olsa, onların yanında
üçüncüsünü de ister. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur.
Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (âyetini) okuyorduk
dedi.(İbn Hanbel, el-Müsned, IV, 368)
Kur’an kitaplaştırılırken, Tevbe Sûresi’nden son iki âyetin yalnızca Huzeyme b.Sabit’in haberiyle Kur’an’a alındığı ve Tevbe Sûresi’nin sonuna yerleştirildiği (es-Sicistani, Age.17)
Kur’an’dan iki sûre olup Übey b.Ka’b’ın da Mushaf’ında yazılı olduğu halde Kunut dualarının Kur’an’dan çıkarıldığı nakledilir. (Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, 2/37)
Kur’an’dan iki sûre olup Übey b.Ka’b’ın da Mushaf’ında yazılı olduğu halde Kunut dualarının Kur’an’dan çıkarıldığı (Zerkeşi,el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an 2/37),
Tevbe Sûresi uzunluğunda bir sûrenin uzun zaman okunduktan sonra unutturulduğu ve ondan ‘Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister’ anlamındaki kısmın akılda kaldığı” nakledilir. (Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, 1/234; el-Hûî, Age, 244, 246),
Müsebbihat(tesbih) sûrelerinden birine benzeyen bir sûre bir müddet okunduktan sonra unutturulduğu ve ondan “Ey iman edenler, yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz? Böyle demeniz, boynunuzda şahitlik olarak yazılır ve kıyamet günü ondan sorumlu olursunuz” anlamındaki kısmın hatırlandığı”(Zerkeşi,el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an,2/37, Suyuti, Age. 2/67),
Übey b.Ka’b’ın, Zirr’e “Ahzab Sûresi’nin Bakara Sûresi veya  daha uzun olduğunu söylediği nakledilir. (el-Hûî, el-Beyan fi Tefsiri'l Kur'an, 204, (Muntehabu Kenzi’l-Ummal, İbni Hanbel,Müsned’i hamişinde, 2/43’den naklen),
İbni Şihab’ın “Çok miktarda Kur’an indiğini öğrenmiştik, onu ezberleyenler Yemame savaşında şehit oldular, onlardan sonra o Kur’an ne yazıldı, ne bilindi” dediği (Muntehabu Kenzi’l-Ummal, 2/50),
İbni Ömer’in “Biriniz Kur’an’ın tümünü öğrendim, diyecektir, Oysa tümünün ne olduğunu biliyor mu? Kur’an’dan çok şey kaybolmuştur, onun yerine ‘Kur’an’dan zahir/mevcut olanı aldım, desin’ diye söylediği (Suyuti,  Camiü's-Sağîr, 2/65)
“Sahabeden iki kişi Rasulullahtan bir sûre ezberlemişlerdi. Aradan zaman geçtikten sonra bir gece namaz kılarken bu sûreyi okumak istediler, fakat sûreyi tam olarak okuyamadılar. Sabahleyin Rasule uğrayıp durumu anlatınca Rasulullah “bu sûre neshedilen sûrelerdendir. Üzerinde durmayınız” dediği (Suyuti, Camiü's-Sağîr,2/67, Taberani, es-Sunenu’l-Kebir’den naklen)
Hz.Aişe’nin “Ahzab sûresi Rasulullah zamanında ikiyüz âyet olarak okunduğu, ama Osman Mushafları yazdırdığı zaman şu an mevcut olandan başkasını bulamadığı”nı söylediği (Suyuti, Camiü's-Sağîr ,2/65),
Sahabeden iki kişi Rasulullahtan bir sûre ezberlemişlerdi. Aradan zaman geçtikten sonra bir gece namaz kılarken bu sûreyi okumak istediler, fakat sûreyi tam olarak okuyamadılar. Sabahleyin Rasule uğrayıp durumu anlatınca Resulullah “bu sûre neshedilen sûrelerdendir. Üzerinde durmayınız” dediği (Suyuti,Camiü's-Sağîr ,2/67, Taberani, es-Sunenu’l-Kebir’den naklen)
Evli kadın ve erkeğin (şeyh-şeyha) zina etmesi durumunda recmedileceğini belirten âyeti Kur’an tedvin edilirken getiren Ömer’in şahidi bulunmadığı için Kur’an’a yazılmadığı (el-Hûî, el-Beyan fi Tefsiri'l Kur'an,244- 246)
 "7 ayet olan velaye suresinin tamamı çıkarılmıştır" (Şeyh Muhammed bin Şehrâşub/Kitabu'l Mesalib
"Hazreti peygamber, Kuran'ın okunuşu konusunda Ubey bin Kab'a 'Gafuran rahima' desende, 'Semian alima' veya 'Alimen semia' desen de olur(fark etmez) demiştir" İbni Hanbel 5/124
"Biz Allah'ın kitabında zina edenlerin taşlanarak öldürülmesi buyruğunu okuyorduk. Bunun Kur'an'a yazılmasının gerekip gerekmediği Hz. Peygamber’e soruldu ama o bunu istemedi" (İbni Kesir, Tefsir 3/261)
Hasan Zor Kaffirlerin ve Allah düsmanlarin uydurdugu hadis kitaplarina göre kuranda hatalar varmis hasa. Yani peygamber demis ki kuran hatali bir kitap. Hasa ve tövbe estafrullah.
 Bakara Suresi’nin 238. Ayeti Mushaflara eksik yazılmış. (Müslim, Nesai, Tirmizi, Ebu Davud)
 Felak ve Nas sureleri aslında birer Kur’an suresi değilmiş. (Hanbel, Taberani, Bezzar)
 Leyl Suresi’nin 3. Ayeti Mushaflara fazladan bir kelime ile yazılmış. (Buhari)
 Kehf Suresi’nin 79. Ayeti’ndeki bir kelime Mushaflara hatalı yazılmış. (Buhari)
 Kur’an’ın çoğu suresi ve ayeti, Mushaflara yazılamadan kaybolmuş. (Suyuti)

 Tevbe Suresi uzunluğundaki bir Kur’an suresi Mushaflara yazılmamış. (Zerkeşi)
 Ahzab Suresi Mushaflara eksik yazılmış. (Hanbel, Suyuti)
-Tarihteki ilk Mushaf oluşturulmadan önce- birgün aç bir keçi; Aişe annemizin karyolasının altındaki, recm ayetinin yazılı olduğu sayfayı yemiş ve o nedenle bu ayet Mushaflara yazılamamış. (İbn-i Mace, Hanbel)
 Beyyine Suresi Mushaflara eksik yazılmış. (Tirmizi)
 Müsebbihat surelerinden birine benzeyen bir Kur’an suresi Mushaflara yazılmamış.(Zerkeşi)
 Kunut duaları aslında birer Kur’an suresiymiş. (Zerkeşi)
 Nasıl cihat edilmesi gerektiği hususundaki bazı Kur’an ayetleri, Mushaflardan çıkarılmış. (Suyuti)
 Kimlerin kurtuluşa ereceği ve Allah tarafından nimetlendirileceği hususundaki iki Kur’an ayeti Mushaflara yazılmamış. (Suyuti)

HZ. PEYGAMBERİ DOĞRU ANLAMAK:


Peygamber deyince ilk aklınıza gelen nedir? Sakal bırakmak, sarık sarmak, cübbe giymek, oturarak yemek yemek, misvak kullanmak ya da namazın sünnetleri, Öyle değil mi? Biz peygamberin sakal-ı şerifini, hırka-i saadetini, şemail-i şerifini öne çıkardık. Yeryüzünü, gökyüzünü mucizât-ı ahmediyye ile doldurduk. Lakin onun risaletini, getirdiği ölümsüz ilkeleri göz ardı ettik. İnsanlar hırkasını ziyaret için birbirlerini çiğniyor. Lakin onun Kur’an’ı uygulama metoduna, sünnet-i seniyyesine, sırtlarını dönüyorlar. Hz. Aişe annemize iftira atan, sonrada öldükten sonra peygamberin gömleği ile kefenlenmeyi tavsiye eden Abdullah b. Ubeyy’e halimiz ne kadar da benziyor. İslamı bin bir hurafe ve iftira ile dolduruyoruz, sonra da onun sakalını öperek paçayı kurtarmaya çalışıyoruz.

Oysa O peygamber olmadan önce de sakallıydı. Kıyafetlerinin Ebu Cehil’in, Ebu Süfyan’ın kinden pek bir farkı yoktu. O, Allah şekillerinize bakmaz, amellerinize, kalbinize bakar diyordu. O temiz ve güzel giyinmeyi severdi. Temizlik imandan gelir derdi. Yeni bir elbise giydiğinde sevinir ve şükrederdi. Güzel kokular, parfümler kullanırdı.  Misafiri geldiğinde en güzel elbisesini giyerdi.

O misvak kullanmayı değil, dişleri temizlemeyi emrederdi. Bugün herkesin ortasında sünnet gerekçesiyle kocaman bir sopa parçasıyla dişlerini ovan birini görse kesinlikle men ederdi. O bugün burada olsaydı, en kaliteli elektrikli fırçayı ve macunu kullanırdı. Herhalde lokantada üç parmakla, kaşık, bıçak kullanmadan yere bağdaş kurup, oturarak yemek yemezdi. Yolculuk yapacağı zaman getirin devemi, merkebimi demezdi. Onu anlamak için insanları asr-ı saadet’e götüremezsiniz. Ya ne yaparsınız? Onu bu çağa taşırsınız.

Onun sünneti; güzel ahlaktır. O en güzel ahlaka, yaradılışa sahip bir insandır. Güzel ahlak ibadetlerinizdeki eksikliği tamamlar, lakin fazla ibadet ahlak eksikliğinizi tamamlamaz derdi.

Onun sünneti; doğruluktur. O daha Rasulullah olmadan emin olmuştu. O peygamber olmadan öncede ahlakıyla Müslüman dı. Ona düşmanları da Muhammed’ül-Emin diye hitap ederdi.

Onun sünneti; sevgi ve merhamettir. İnsanlara merhamet etmeyene Allah’ta merhamet etmez derdi. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız derdi.

Onun sünneti; aile ve çocuk sevgisidir. Sizin en hayırlınız ailesine en iyi davranandır derdi. Çocuk kokusu cennet kokusudur derdi.

Onun sünneti; Tabiat sevgisidir, Kimin elinde bir fidan varsa, kıyamet bile kopuyor olsa onu eksin derdi. Taif’i fethettiğinde ağaçların kesilmemesini, yeşilliğin korunmasını Taiflilerle yaptığı antlaşma maddeleri içine koyduracak kadar çevreciydi. O, tüm yeryüzü ümmetime mescit kılındı buyurarak, her yerin bir mabet kadar temiz tutulmasını istemişti.

Onun sünneti; hayvan sevgisidir; siz yeryüzündeki canlılara merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin derdi. Devesine ağır yük yükleyene, ona yüklediğinden daha fazlasını günah olarak sen yükleniyorsun demişti.

Onun sünneti; insanlarla iyi geçinmek, onlara yardım etmektir. O komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir derdi. Komşusu kendisinden emin olmayan kimse mümin olamaz derdi.

Onun sünneti; Çalışmaktır, üretmektir, kazanıp, dağıtmaktır. İki günü eşit olan aldanmıştır, çalışan ele cehennem ateşi değmez derdi. Tembelliği, miskinliği günah sayardı.

Onun sünneti; tevazudur, alçak gönüllülüktür. Ben sizin kralınız değil, sizden biri ve kuru ekmek yiyen bir kadının çocuğuyum derdi. O insanlara sultanlar gibi kullarım dememiş, Şeyhler gibi müritlerim diye seslenmemiştir. O yanındakilere ashabım, dostlarım derdi.

Onun sünneti; kimseye yük olmamaktır, kendi işini kendi görmektir. Öyle ki, onun bir defasında insanlardan biat alırken şöyle biat aldığını görüyoruz. Kimse kimseye yük olmasın. Hatta devesinin üzerinde iken düşen kamçısını bile arkadaşından, alıp vermesini istemesin. Kendisi inip alsın. Bilirsiniz o mübarek hayvan ne kadar zor çöker ve ne törenlerle ayağa kalkar değil mi? Onun arkadaşları bir yolculuk esnasında, birisi ben koçu keseyim, diğeri de ben yüzeyim demişti. O da ben güzel ateş yakarım deyip, çalı çırpı toplamaya başlamıştı.

Onun sünneti içinde yaşadığı Arap toplumunun adetleri, gelenekleri değildir. Onun sünneti hayatın değişmez evrensel ilkeleridir. Onun sünneti Kuran’ı yeryüzünde uygulamaktır. Bu yüzden o yaşayan, yürüyen Kuran’dır.

Bugün peygamber deyince aklınıza ilk gelen şey nedir? Onun mucizelerimidir? Kafasının üzerinde daima bir bulut dolaşırmış, taşa bassa izi çıkar, kuma bassa çıkmazmış. Önünü gördüğü gibi arkasını görürmüş. Ellerinden sular fışkırırmış,  bir eliyle şak diye ayı ikiye ayırırmış. Gölgesi yere asla düşmezmiş, zira o sırf nurdan imiş. Kafanızdaki peygamber imajı bu değil mi?

Gerçekten sonrakiler onu övelim derken göğe çıkarmışlar. Kimisi Arş-ı Ala’nın sağ tarafına, Makam-ı Mahmud’a oturtmuş, kimisi mezarında sağ ve diridir demiş. Kimisi kâinat onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı hatta ondan yaratıldı demiştir. Kimisi Allah’ı ona âşık etmiş. Kimisi de onun ruhaniyeti her yerde hazır ve nazırdır demiş. Demiş de demişler.

O model insan, örnek şahsiyet, bir ölümlü beşer olan peygamber buhar olup uçmuş, bin bir mucize sarmalında kaybolup gitmiştir. Yahudiler peygamberlerine su-i kast düzenleyip öldürmüşler, Hıristiyanlar ise överken İsa’yı tanrılaştırmış ve Dallin’den, sapıklardan olmuşlardı. Maalesef ümmet te Peygamberlerini ilahlaştırma yolunda epey mesafe almıştır.

Bugün onun ‘tatlı bir anı gibi’ yâd edilmeye değil, anlaşılmaya ihtiyacı var!

Bugün onun övülmeye değil, örnek alınmaya ihtiyacı var!

Ne zaman biz onu dosdoğru anlayabileceğiz?  Onu ne zaman efsanelerden kurtarıp, hayata geri getireceğiz? Sevgili eşi Aişe annemizle yarışan, koşu yapan, sahabesiyle şakalaşan, güler yüzlü, tatlı dilli peygamberi hayatımıza sokacağız?

Ne zaman bulutlardan yere indirip, peşi sıra gideceğiz? Biz onunla Kuran’ı öğrendik. Kuran’daki Muhammed’i ne zaman öğreneceğiz? Açın onun getirdiği kitabı! Mucizesinden bahseden kaç tane ayet göreceksiniz? Hıristiyanların ‘Kurtarıcı Mesih’ inancı aynen bizlere de geçmiş. Ümmetin kurtuluşu onun şefaatine bağlanmış. O Vesilet’ün-Necat yapılmış. Hâlbuki onun getirdiği son kitap; “Şefaat bütünüyle Allah’ındır” der. Biz ne zaman onunla, sünnetiyle kitabını birleştirebileceğiz?

Onu doğru anlamadan getirdiği dini nasıl doğru anlayacağız? Eğer anladıysak neden ümmet bugün zillet ve meskenet içinde, geri kalmışlığın, cehaletin, tefrikanın girdabında boğuluyor? Elli küsur İslam ülkesinin gayr-i safi milli hâsılası neden bir Almanya, bir Japonya etmiyor? Emin olan o peygamberin ümmeti neden bir banka müessesi kadar emin, güvenilir değil, sözüne sadık değil?

O ben gaybı bilmem, kendime bile fayda ve zarar veremem der. Allah O nebiyi, o nebinin davasını tam bir teslimiyetle destekleyin der bizlere, Biz ise ‘Allahümme salli /Allahım sen destekle’ deriz. Peygamberi desteklemek salâvat okumakla değil, onun getirdiği risalete, tevhide, ölümsüz Kuran prensiplerine sarılmakla olur. Onu çok sevmek ona ibadet etmekle gösterilmez. Tam aksine ona ibadet etmemekle gösterilir. Yalnızca Allah’a ibadet etmekle onu, davasını yani tevhidi desteklemiş, yüceltmiş oluruz.

Nasıl bugün onun mezarını Müslümanlardan bir tabur asker koruyorsa, maalesef bugün Peygamberi Müslümanların peygamber telakkilerinden, tasavvurlarından korumak zorunda kalıyoruz. Peygamberi kendimize uydurmaktan kurtarıp, bizim ona uyma zamanı geldi, geçti. Ne mutlu onu, sahabesi gibi dosdoğru anlayanlara! Salât ve Selam Kuran peygamberine ve Kuran’daki SON NEBİ’ YE!

Hadislerin Dinin Kaynağı Olduğunu Delillendiren Ayetler ve Bu Delilleri Çarpıtanlara Cevaplar:

Hadislerin Dinin Kaynağı Olduğunu Delillendiren Ayetler ve Bu Delilleri Çarpıtanlara Cevaplar:
      
--- Rasulüme Uyun ki, Doğru Yolu Bulun

• Rasulüme uyun ki, doğru yolu bulun! (Araf Suresi, 158; Nur Suresi, 54)

• De ki; ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Ali İmran Suresi, 31)

       Ayette Allah, sadece Kuran’a uyun dememiş, Rasul’e uyma emri de  vermiştir. Demek, Rasul’ün uyulacak bir şeyleri var ki bu şeylere elbette hadis-i şerif kaynaklarından ulaşabiliriz. Çünkü, Hz.Peygamber (sav) Kuran’a ekleme yapamaz. “Rasule uyun” emri sadece Kuran’da yazılan Rasulle ilgili konulardan ibaret olsaydı, yani eğer "Rasul Kuran’da yazılanlara uyar ondan başkasına uymaz, kendi farklı iş yapmaz. Rasule uyunca sadece Kuran’da yazılanlara uyulmuş olunur" denilirse, biz de deriz ki; "O zaman Rasule uyun ve doğru yolu bulun" diye ayrıca zikretmek yerine sadece "Kuran’a uyun ve doğru yolu bulun" denilirdi. Çünkü, Rasul sadece Kuran’a uyuyorsa  “Rasul’e uyma” emrinin bir anlamı olmazdı ve “Rasul” kelimesinin ayrıca zikredilmesi anlamsız olurdu. Anlamı olan kelime “Kuran’a uyun” ifadesi olur ve ayette “Peygambere(sav) uyun” demek yerine “Kuran’a uyun ve Peygamberi örnek alın” tabiri kullanılırdı; ancak böyle bir ifade söz konusu değildir.

       Kuran’da “Rasulü örnek almak” tabiri kullanıldığı gibi (Ahzap Suresi, 21) “Rasule uymak” tabiri de ayrıca zikredilmiştir. Demek ki, Hz.Peygamberin (sav) Kuran’da yazanlar dışında uyulacak bir şeyleri var ve Allah, “Rasule uyun” emri verdiyse öyleyse bu uyulacak şeylere kıyamete kadar gelecek bütün müminlerin ulaşması gerekir. Çünkü, İslam’ın evrenselliği bunu gerektirir. Bu da bizlere Hz.Peygamberi(sav) ve hükümlerini tanıtan, anlatan hadis-i şerif kaynaklarının dine kaynak olması gerektiğini delillendirir.

--- İnsanlara Açıkla Diye Kuran’ı Sana İndirdik

• İnsanlara açıkla, beyan et  diye Kuran’ı sana indirdik. (Nahl Suresi, 44)

       Ayet, açıkça Kuran’ın Peygamberimiz (sav) tarafından açıklanacağını beyan etmektedir. Hz.Peygamber (sav) Kuran'ın açıklayıcısıdır ve Hz.Peygamber (sav) bu açıklamalarını Kuran’a ayet olarak yazdıramayacağına için elbette bu açıklamalar hadis-i şerif kaynaklarından elde edilecektir.

       Mesela, "Namazları ve orta namazını koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durun. Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuz zaman ise bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı (namazınızda) anın" (Bakara Suresi, 238-239).

       Görüldüğü gibi burada, Yüce Allah, namazların ve özellikle orta namazının (yani Hz. Peygamberin tefsiriyle ikindi namazının) her yönüyle en güzel bir şekilde kılınmasını emrettikten sonra, yolculuk sırasında herhangi bir tehlikeden korkulduğu takdirde yaya yahut binmiş olarak namaz kılınabileceğini, ama tehlike geçtikten sonra, kendisinin öğrettiği şekilde namazın normal bir şekilde kılınmasını emretmektedir. Buradaki "size öğrettiği şekilde" ifadesi dikkat çekicidir. Bilindiği gibi namazın rekat sayıları, başlangıcı - bitişi gibi ayrıntıları Kur'ân'da tafsilatlı, detaylı olarak öğretilmemiştir. O halde, Hz. Peygamber'in bu konuda, Yüce Allah'tan Kur'an'ın dışında da Cebrail vasıtası ile birtakım ilave bilgiler almış olması muhakkaktır. Nitekim, rivayetlerde Cebrail Aleyhisselam'ın Hz. Peygamber'e gelip beş vakit namazı her şeyiyle bizzat tatbikî olarak öğrettiği rivayetler de mevcuttur. (Buhâri Bed'ü'l-Halk, 6; Müslim, Mesâcid, 166; Ebû Dâvûd, Salât, 2; İbnu Mâce, Salât, 1; Müsned, I, 333, 111, 30.)

       Hz. Peygamber de aynı şekilde bunu ashâbına öğretmiş ve: "Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız öyle kılınız." buyurmuştur. (Buhârî, Ezân, 18)

       Başka bir örnek, Peygamberimiz (sav), “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”( En’âm Suresi, 82) ayetindeki “haksızlık (zulüm)” kelimesiyle neyin anlatıldığını şu şekilde açıklamıştır:

       “Ayetteki “haksızlık (zulüm)” kelimesinden kast edilen, insanın kendisine veya başkasına yaptığı haksızlık değildir. Haksızlıktan maksat şirktir. Siz, Lokman’ın oğluna söylediği, “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma. Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür…”( Lokman suresi, 13. ayet.) sözünü işitmediniz mi? (Buhârî, İman 23.) Buyurarak ayette, pek çok kişiler tarafından farklı anlaşılabilecek bir mesele açıklığa kavuşturulmuştur.

       Diğer bir örnek, Cuma suresinde “Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın.” ayetiyle Cuma namazının farz olmasının sadece erkekleri bağlayan bir hüküm olduğunu ve bu namazın ayette  belirtilmemiş olan kuşluk vakti mi kılınacağı, yoksa öğle vakti mi ya da ikindi vakti mi kılınacağı konusunu Hz. Peygamber açıklamıştır.

       Bu açıklamaları da hadis-i şeriflerle sahabelere bildirmiştir. "Bu açıklamaların Peygambere (sav) ait olduğunu nereden biliyorsunuz?" gibi spekülasyonların ise hiçbir mantıklı tarafı yoktur. Ayet, Hz.Peygamberin( sav) ayetleri açıklayacağını söylediyse bu açıklanacak ve bu açıklamalar kıyamete kadar gelecek tüm müminlere ulaşacaktır. Kişi sahabelerin aracılığıyla mesela fıkıh hükümleri haline gelmiş bu tür açıklamalara güvenmezse, bu sözü, “Allah vaadini tutmadı ve ümmet bu açıklamalardan habersiz kaldı.” anlamına gelir ki bu söz de İslam’ın evrenselliğine uymaz. Böyle bir iddiadan Allah’a sığırız.

--- Rasule  İtaat Eden Allah’a İtaat Etmiş Olur

• Rasule  itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. (Nisa Suresi, 80)

       Kuran’da Hz.Peygamberin (sav) de uyulması gereken emirlerinin olduğunu ve dolayısıyla hadis-i şeriflerin hak olduğunu delillendiren pek çok ayetten birisi de Nisa Suresi 80. ayettir. Ayette Hz. Peygambere (sav) itaatin “Allah’a itaatten” ayrıca zikredilmesi gösterir ki Allah, itaat edilecek meseleleri sadece Kuran’da belirtmemiştir. Çünkü, ayette “Kuran’a itaat veya Allah’a itaat” denilmeyip ayrıca “Peygambere itaatten” bahsedilmiştir.  Demek ki, Hz. Peygamberin (sav) Kuran’da yazılanlar dışında itaat edilecek emirleri vardır. Aksi halde “Resule itaat” ifadesi anlamsız olurdu. Uyulacak emirler Kuran’da yazılanlardan ibaret olsaydı sadece “Kuran’a ya da Allah’a itaat” ifadesi ve peşine “Peygamberi örnek alın” tabiri kullanılırdı. Ancak böyle bir durum söz konusu değildir.  (Rasule uyun, emri ile ilgili açıklamada da bu konuya değinilmişti) Bu durumda ‘Hz. Peygamberin (sav) itaat edilecek emirleri nerededir?’ sorusunun cevabı elbette hadis-i şerifleridir.
      
Bu noktada hadis inkârcılarının reddiyesi şudur:

        “Resul’e itaat, Allah’a itaattir. Bu ayetten kasıt, Resul’ün getirdiği Kuran’a itaat etmektir ve ayette sadece Kuran’da yazılanlara itaat kastedilir. Kuran dışında Peygamberin bir emri olduğu ve ona itaat edilmesi gerektiği kastedilmez.”

        Resul’e İtaat, Sadece Resul’ün Getirdiği Kuran’a mı İtaattir?

       Bir üst paragrafta cevabı verilse de bu iddiayı biraz daha genişleterek ve bir ayet üzerinden örnekle çürütebiliriz:

       Ayette; “Kim Allah’a (Kuran’a) itaat ederse Resule itaat etmiş olur.” diye bir ifade bulunmamaktadır. “Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” denilmektedir. Arasındaki fark ise büyüktür: 1. ifadeden yani “Kim Allah’a itaat ederse Resule itaat etmiş olur” ifadesinden, “Kuran’da yazana itaat edersen Resule itaat etmişsin demektir. Arasında fark yoktur. Çünkü, Resul sadece Kuran’da var olanı emreder. ” anlamı çıkar. 2. anlam yani “Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” ifadesinden “Resulün verdiklerine itaat edersen aynı zamanda Allah’a da itaat etmiş olursun. Demek ki, Resul ayrıca bir emir verince buna itaat, Alllah’a itaat gibi karşı konulmaması gereken bir emirdir.” anlamı çıkmaktadır.

        Bunun aynı şeyler olmadığını gösterelim;

       Nur Suresi’nin 56. Ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

       “Namazı kılın, zekatı verin “VE” Resul’e itaat edin. Umulur ki merhamet olunursunuz.”

       Burada önce namaz ve zekatın emir buyrulduğunu görüyoruz. Yani, Müslümanlar namaz ve zekatla mükellefler. Bu emirler(namaz, zekat) Kuran’da geçmektedir ve bu emirleri yerine getirmek “Kuran’a itaattir”. Bu durumda Peygambere(sav) itaatin “ayrıca” vurgulanması ne anlama gelmektedir?

       Dolayısıyla, eğer Peygambere(sav) itaat, sadece Kuran’da gördüğümüz emir ve yasaklara itaatten ibaret olsaydı, namaz ve zekat emirleri “yanında” Peygambere(sav) itaatin de “ayrıca” vurgulanmasında hiçbir mana olmazdı. Ya da ayetin şu şekilde olması gerekirdi;

       “(Kuranda yazanları size söyleyen) Resule itaat edin ve namaz kılın, zekat verin.”

       Yani “namaz, zekat ve itaat” sıralamasında değil, “itaat ve namaz, zekat” sıralamasında olması gerekirdi ancak böyle bir durum söz konusu değildir. Allah ise manasız bir şey yapmaz, abes söz söylemekten münezzehtir.

       Sonuç olarak, bu iddialar hiçbir ilme vakıf olmayanların iddialarıdır ve zaten şimdi olduğu gibi her daim çürütülmeye mahkumdur.

--- Kitap ve Hikmeti Öğreten Peygamber

• And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler. (Ali İmran Suresi, 164)

• Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimi okuyan, sizi (kötü inanç, fikir, söz ve fiillerden) arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik. (Bakara Suresi, 151)

       Bu ayetlerde özellikle “kitap” ifadesi, hikmetten farklı bir kaynak olarak Kuran’ da geçer. Bu ise hadis-i şeriflere direkt işarettir. Ayete göre Hz.Peygamberin (sav) öğrettiği 2 şey vardır. 1. Kitap, 2. Hikmet. “Kitab”ın Kuran olduğu açık ve nettir. Peki öğretilen “Hikmet” nedir ve öğretilen bu şeyler nerededir? Hz.Muhammed (sav) Kuran dışında bir şey öğretmediyse ayetin sadece “Kitap öğreten peygamber” olarak inmesi gerekirdi ancak Kuran dışında öğretilen hikmet adı verilen başka meseleler de vardır, bunlar sünnettir ve bu durum hadis-i şeriflerin varlığını zorunlu kılmaktadır. Hadis inkârcıları ‘Hikmet’in kelime anlamını bilgelik gibi her ne anlamda yorumlarsa yorumlasın değişen bir şey olmayacaktır. Ayetteki ‘ve’ bağlacı öğretilen 2. bir kaynağın göstergesidir.

       Modernistler, sünneti ispatlayan 'hikmet' deliline ilimden yoksun cevaplarla karşı çıkarlar. Mesela denilir ki; 'Kuran'da, "İşte bunlar, Rabbinin sana vahiy ettiği hikmetlerdir.(17:39)" ayetinde Kuran için de hikmet kelimesi kullanılmıştır.' derler.

       Zaten, ehli sünnet hikmetin sadece Kuran anlamına geldiğini iddia etmez. Hikmetin 'İşleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak, Eşyanın hakikatinden bahseden ilim, Eşyada gizli ilâhî sırlar ve gayeler, Faydalı ilim, İnsandaki akıl kuvvesinin istikamet üzere ve aşırılıklardan uzak olma mertebesi' gibi anlamları vardır. Dolayısıyla ayetler 'eşyanın hakikatinden bahseden faydalı ilimlerdir, hikmetlerdir, hikmetli sözlerdir.' Ancak, ayetlere de hikmet denilmesi, Hz. Peygamber'in insanlara sadece ayet öğrettiğine hiç bir şekilde delil ve izah olamaz. Bir ayette Allah şöyle buyurmuştur:

“Evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın. Kuşkusuz, Allah Latiftir, Haberdar’dır.” (Ahzab Suresi, 34)

       Ayette geçen evlerde okunan Kuran ayetleri ve hikmet arasına 've' bağlacı konulması Hz. Peygamberin öğrettiği hadislerin, hükümlerin, sünnettin varlığının delilidir. Önceki ayet ile beraber bu ayette, peygamber eşlerine hitap edilmesi, Hz. Peygamberin müminlere öğrettiği ayetlerin haricinde ilimlerin var olduğunun delilidir.

--- O Resul Güzel Şeyleri Helal, Çirkin Şeyleri Haram Kılar

• Ve Musa kavminden yetmiş kişi seçti. Şöyle dua etti: ‘O Resul, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan men eder, temiz şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete erenlerdir.' dedi. (Araf Suresi, 157)

       Allah Hz.Musa’nın (as) yaptığı bir duayı övmektedir. Ayette ise, Resullerin özellikleri sayılırken “uygun olanı emreden, olmayandan men eden; temiz şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılan” ifadesi, Resullerin de haram helal hükmü koyabileceğini göstermektedir. Ayetlerde, “Tek hüküm sahibi Allah’tır” buyurulması bu ayete ters değildir. Çünkü, tek hüküm sahibi olan Allah, Peygamberine de hüküm koyabilme yetkisi vermiştir. Bu verilen yetki de Allah tarafından verilmiş bir hükümdür. Allah dileseydi bu yetkiyi de vermeyebilirdi. Çünkü, tek hüküm sahibi Allah’tır, O hükmüne kimseyi ortak etmez.

       Öyleyse ayete göre Hz.Peygamber(sav) de helal haram koyma yetkisine sahiptir.

• Muhammed Allah’ın Resul’üdür. (Ahzap Suresi, 40; Fetih Suresi, 29)

       Buna karşılık refomistler, Peygamber(sav) sadece  “Kuran’da var olan haramları haram kılabilir, Kuran’da haram kılınmayan bir şeyi haram kılamaz” gibi son derece ironik bir ifade kullanır. Bu ifadeye cevap “Resule itaat” bahsinde zaten verilmiştir ve aynı cevapla paralellik gösterir. Ayrıca, Hz.Peygamber(sav)  «Kuran’da var olan haramları haram kılacak, olmayanları kılamayacaksa»,  Kuran’da var olan haramları tekrar niye haram kılma gereği duyulsun, zaten Kuran’da yazmaktadır. Yani bu, şunu iddia etmek demektir ki; Allah “Ey Rasulüm ben şarabı haram kıldım, şimdi bir de sen haram kıl” gibi bir karşı çıkıştır ki hiçbir mantıksal temeli yoktur. Allah bir meseleyi haram kıldığında Peygamberinin de haram kılmasına ihtiyaç var mıdır? Haşa, Allah'ın haram kılışı yetmiyor mu ki aynı mesele tekrar edilsin! Modernistlerin ifade ettiği anlam hak olsa idi, bu mesele sadece tebliğe indirgenen bir mesele olurdu ki, her müslüman Allah'ın Kuran'da haram kıldığını 'Bu haramdır' diye insanlara tebliğ etmektedir. Mesele eğer bundan ibaretse ayetin 'Allah'ın Resulünün ve müminlerin haram kıldığını haram saymayan...' şeklinde olması gerekirdi.

       Hz. Peygamberin hüküm verdiği konulara örnek verecek olursak, Nisa Suresi 23. ayette, nikâhı haram kılınanlar arasında sayılmamasına rağmen (Nisâ, 23) bunlara bir kadınla evliyken onun halası, teyzesi, kızı ve erkek kardeşinin kızı üzerine de nikahlanamayacağını ilave etmiştir. (Buhârî, Nikâh, 27) Kişinin, bu sayılanlarla evlenebilmesi için eşinin vefat etmesi gerekmektedir.

       Yine, Kur'ân'da geçmeyen, katır, merkep, aslan, kaplan, fil, kurt, kirpi,(el-Muvâfakât, IV.23) maymun ve köpek gibi hayvanlarla, kartal, atmaca, şâhin ve doğan gibi yırtıcı kuşların etlerinin haramlığı da hadislerle sabit olmuştur. (Müslim. 34. es-Saydu ve'z-Zebâîh, 3, no:12) Erkeklere altın takmanın ve ipek giymenin haramlığı da yine hadislerle sabittir. Nesep ile haram olanların süt yoluyla da haram olacağı prensibi de bu cümledendir.

       Hiç şüphesiz, Hz. Peygamber'in bu yetkisini Yüce Allah'tan tamamen bağımsız olarak değerlendirmemek gerekir. Elbette O, bu nevi hükümleri Yüce Allah'ın kendisine verdiği yetki ve O'nun kontrolü altında vermektedir. Zaten, Hz. Peygamber, bu hükümleri verirken daima Kur'ân'daki umumî bir prensibe dayanmıştır. Mesela, ehli merkeplerin ve yırtıcı kuşların etinin haram olduğunu belirten Hz. Peygamber'in bu hükmü, "O, size temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar" (Araf, 157) ayetine racidir. Bu bakımdan asıl Şâri' yani kanun koyucu Allah'tır, Resûlü'ne de O'ndan aldığı bu yetkiye dayanarak mecazen "Şâri" sıfatı verilmiştir.

       Demek ki, Peygamberin(sav) de emrettiği uygun şeyler, haram kıldığı hükümler vardır. Peki bunlara biz nereden ulaşacağız, sorusunun cevabı elbette hadis-i şeriflerdendir. Çünkü, Hz.Peygamber Kuran’a ayet ekleyemez.

--- Allah’ın ve Resulünün Haram Kıldığını Haram Saymayan

• Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. (Tevbe Suresi, 29)

       Allah ayette, müşriklere karşı savaşmayı emretmiş ve bu emrinin içeriğinde müşrikleri tanımlarken kendisinin ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayanlar olarak tarif etmiştir. Demek ki, Peygamber(sav) de bir şeyleri haram kılmıştır ki ayet sadece “Allah’ın haram kıldığını” dememiştir. Hz. Peygamberin de haram kıldığı hükümler olmasaydı bu ayetteki ‘Rasulünün’ ifadesi yersiz olurdu. Peygamber Kuran’a ayet koyamayacağına göre, Rasulün haram kıldığı bu şeyler yine hadis-i şeriflerin varlığını zorunlu kılmaktadır.

--- Aralarında Çekiştikleri Şey Hakkında Senin Verdiğin Hüküm

• Artık hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şey hakkında, seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı “içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça” iman etmiş olmazlar.(Nisa Suresi, 65)

       Ayete göre insanlar arasında çekişilen ve anlaşmazlığa düşülen konuyla ilgili verilecek hüküm Peygambere havale edilmiştir. Eğer Peygamber Kuran dışına çıkamıyor olsaydı zaten çekiştikleri şeyin cevabı da Kuran’da olacağı için “senin verdiğin hükümden dolayı” değil, “Kuran’da verdiğim hükümden” dolayı denilirdi. Ancak böyle bir ifade söz konusu değildir. Peki, peygamberin verdiği bu hükümler nerededir? Elbetteki hadis-i şerifler aracılığıyla bu hükümlere ulaşılır.

--- Anlaşmazlığa Düşerseniz Allah ve Resulüne Götürün

• Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin.  Eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah ve Resulüne götürün. Bu daha iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)

       Ayette anlaşmazlığa düşülme durumunda başvurulacak kaynak olarak sadece Allah veya Kuran zikredilmemiş, hükmü sadece Kuran’da arayın denmemiş, Resulün (sav) sünnetti de eklenmiştir. Bu da, Peygamberin hüküm verme yetkisine sahip olduğunun ve Kuran’da zikredilmemiş meselelerin zuhur ettiğine ve bu meselelerle ilgili hükümlerin verildiğine delildir.

--- Allah ve Resulü Bir Şeye Hükmettiği Zaman
   

• Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur. (Ahzap Suresi, 36)

       Ayette yine Allah Peygambere de hükmetme yetkisi verdiğini göstermektedir. Ayetlerde “Allah ve Resul” diye bahsedilen bu birlik Kuran ve sünnettin oluşturduğu İslam’ın birliğidir.

     
--- Peygamberin Verdiğini Alın, Yasakladığından Sakının

• Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. (Haşr Suresi, 7)

       Bu ayet hadis-i şeriflerin varlığının delilidir ancak hadis karşıtları bu ayetin sadece ganimetlere yönelik söylenmiş bir ifade olduğunu belirtmektedir. Halbuki, ayetin içinde geçen آتَاكُمُ وَمَا “neyi verirse” ve نَهَاكُمْ وَمَا “neyi yasaklarsa” ifadeleri umumu, yani geneli belirtir. Peygamberin size verdiği her şeyi alın, yasakladığı her şeyden de sakının demektir. İfade, doğrudan Peygambere havale edilmiş konuların varlığını ve ganimet meselesinden yola çıkarak genel hakkında hüküm verildiğini gösterir. Ayetin ganimetler üzerine inip daha sonra böyle bir sonuç cümlesiyle kapatılması üzerine sadece ganimetlerden bahsedildiğini iddia etmek doğru değildir. Çünkü, “verilecek şey” sadece ganimetler olmuş olsaydı ayette “neyi verirse alın” diye değil “ne kadar verirse alın” şeklinde ifade edilirdi. Elbette Allah’ın ilahi kelamı, kusurlardan münezzehtir.

--- İçlerine İşleyecek Hadisler Söyle

• Allah onların kalplerindeki kötü duyguları iyi bilir. Onlara aldırış etme, öğüt ver, kendileri hakkında içlerine işleyecek etkili sözler/hadisler söyle onlara. (Nisa Suresi, 63)

       Ayette, müşriklere sadece “Kuran’dan ayetler söyle” denmemiş, bu anlama çıkacak bir belirti  de ifade edilmemiştir. Söyleyenecek sözler (hadisler) peygambere havale edilmiştir. Ayete göre Peygamber müşriklere içlerine işleyecek etkili sözler söyleyecektir. İslam’ın evrenselliği gereği Hz. Peygamberin tebliğ metodlarının kendisinden sonraki nesillere de ulaşması gerekmektedir. Bunlar da ‘Hz. Peygamber Kuran ayetleri dışında bir beyanda bulunmadı’ diyenlerin iddialarını çürütmektedir.

       Bu ve benzeri pek çok ayet, hadis-i şeriflerin dinin kaynağı olduğuna ve Hz.Muhammed’in(sav) Kuran’ın açıklamasını yapıp hükümler verdiğine delildir.