21 Şubat 2018 Çarşamba

İMAMI AZAMA NİYE DÜŞMAN OLDULAR?


Allah'ın insana verdiği fıtrat, kirlenmeden üstü örtülmeden önce, bütün hakikatlere açıktır. Hakikat adına duyduğu okuduğu her şeyi kabullenir. Ancak, aileden, toplumdan cevreden, okuduğu kitaplardan aldığı doğrular ile birlikte  aldığı yanlış bilgileri insan sadrına doldurdu mu, hakikatleri bu zaviyeden  anlamaya çalışıyor. Yanlışlara, çelişkilere  delil bulmak adına teviller yapmaya mantık oyunları üretmeye kalkar. Çoğu zaman bu yanlışlık artık o insanın gerçeğine dönüşür. İşte insan için  tehlike orda başlar. İmam Şafi yazmış olduğu er-Risale  isimli eserini seksen defa gözden geçirdiği halde yine de hatalara rastlamıştır. Talebesi el-Müzeni şöyle anlatır; Er-Risale yi Şafi'ye seksen defa okudum. Her defasında  mutlaka bir hataya rastlıyorduk. Sonunda Şafi;" Bırak boş ver! Allah kendi kitabı dışındaki bir kitabın  sahih olmasını kabul etmemektedir." dedi. der. Bazı alimler  şafiye yada bir başka mezhep imamına  tabii olmalarına rağmen, onların bu konulardaki dikkatini, hassasiyetini farkında olarak yada olmayarak önemsemezler.  Kendi görüş ve  kitaplarını  apaçık söylemese de nerdeyse Kuran yerine koymakta olduğunu görüyoruz. Bu kişilik ve anlayışlar kendilerinin  yanılma paylarını sıfır görebilmekteler. Hatta bu kişiler kendi gibi düşünenleri baz alarak Kurandan beş yüz ayet dahi düşündüğünün tersirni söylese ona itibar etmeyeceğini söylüyor. Böyle durumlardan Allaha sığınmak gerek. Duyulan öğrenilen okunan her şey mutlak Kuran  ve Allah'ın verdiği akıl nimeti süzgecinden geçirilmesi gerekir. Buna dikkat edilmediği takdirde  müminler hatta insanlık parça parça olmaktan bir birlerinin kanını içmeye çalışmaktan kurtulamamaktadır. İnsanın doğrularını ve yanlışlarını, haram ve helallerini Allah ın kitabı belirlemişken, bu görevi kültürden ve  rivayetlerden beklersek, onlara Allah ın yüklemediği vasıfları yüklersek, asla şirkten kurtulamayız. Zira zaten yüce Rab insanın bu halini bildiğinden insanların çoğunun  şirk üzere öleceklerini söylemektedir.  Bu kadar uyarı karşısında, Yüce Rab'ın akla bu kadar vurgu yapmasına rağmen, aklı hiçe sayıp imanımızı birilerine emanet etmemiz acaba bizi sorumluluktan kurtarabilecek mi? Peşinen bizden daha iyi yaşayıp, çok  bildiğini düşündüğümüz  ve kendilerine evliya, büyük alim, vasfını yakıştırdığımız kişiler, ya sandığımız gibi değilse!...? Ya bir takım menfaat çevrelerinin  ekonomik siyasi ve  sosyal statü üstünlüğü ele geçirmek üzere kurguladıkları projelerinin bir ürünü ise?. Saf müminleri aldatıp onların sırtına yapışan parazitlerden ise! .......  Nitekim bugün örneklerine baktığımızda dini kullanan, dindarlıklarını ön plana çıkartan, dini özden ziyade şekilciliğe indiren grupların, her birinin  ekonomi alanında tröstler haline geldiğini görüyoruz. Bunlar o kadar azgınlaştı  ki,  Allah'ın evi Kabe'de  bile  insanlardan soydukları  malların ele geçirme savaşını vermekte, her biri sosyal medyada birbirlerinin ne aşağılık olduklarını yayınlamaktalar. Bir başka haşhaşi örnekliğine tüm toplumumuz  şahit oldu. Aynı kültürden, aynı rivayetlerden beslenen, bu rivayetleri Kuran yerine koyan bütün anlayışların bu hale gelmemesi için bir sebep var mı?.. Onları bu hale getiren zaten dinin içine sokulan hurafeden oluşan itikadi anlayışlar değil mi?  Bu anlayış sahipleri yüzlerce yıl önce İmamı azama etmedikleri iftira kalmamıştır. Sebebi nedir derseniz. Uydurma hadisleri reddettiği için. İmama göre uydurma olanlar buhari müslim ahmet bin hanbel e göre sahih sayılmış. İmamdan sonra yaşamalarına rağmen ona etmedikleri küfür kalmamıştır. Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de “Zina eden kadın ve erkek..” (Nur, 24/2) ayetinde zâni ve zâniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza, “Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de..” (Nisa, 4/16) ayetinde Allah “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye râcidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ “Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80) buyurmaktadır. (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Tercüme, Mustafa Öz, 2. Bs., İFAV Yayınları, İstanbul, 1992, “el-Âlim ve’l-Müteallim”, s: 24-25)”



 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder