Allah'ın insana verdiği fıtrat, kirlenmeden üstü örtülmeden
önce, bütün hakikatlere açıktır. Hakikat adına duyduğu okuduğu her şeyi
kabullenir. Ancak, aileden, toplumdan cevreden, okuduğu kitaplardan aldığı
doğrular ile birlikte aldığı yanlış
bilgileri insan sadrına doldurdu mu, hakikatleri bu zaviyeden anlamaya çalışıyor. Yanlışlara,
çelişkilere delil bulmak adına teviller
yapmaya mantık oyunları üretmeye kalkar. Çoğu zaman bu yanlışlık artık o
insanın gerçeğine dönüşür. İşte insan için
tehlike orda başlar. İmam Şafi yazmış olduğu er-Risale isimli eserini seksen defa gözden geçirdiği
halde yine de hatalara rastlamıştır. Talebesi el-Müzeni şöyle anlatır; Er-Risale
yi Şafi'ye seksen defa okudum. Her defasında
mutlaka bir hataya rastlıyorduk. Sonunda Şafi;" Bırak boş ver!
Allah kendi kitabı dışındaki bir kitabın
sahih olmasını kabul etmemektedir." dedi. der. Bazı alimler şafiye yada bir başka mezhep imamına tabii olmalarına rağmen, onların bu
konulardaki dikkatini, hassasiyetini farkında olarak yada olmayarak
önemsemezler. Kendi görüş ve kitaplarını
apaçık söylemese de nerdeyse Kuran yerine koymakta olduğunu görüyoruz.
Bu kişilik ve anlayışlar kendilerinin
yanılma paylarını sıfır görebilmekteler. Hatta bu kişiler kendi gibi
düşünenleri baz alarak Kurandan beş yüz ayet dahi düşündüğünün tersirni söylese
ona itibar etmeyeceğini söylüyor. Böyle durumlardan Allaha sığınmak gerek.
Duyulan öğrenilen okunan her şey mutlak Kuran
ve Allah'ın verdiği akıl nimeti süzgecinden geçirilmesi gerekir. Buna
dikkat edilmediği takdirde müminler
hatta insanlık parça parça olmaktan bir birlerinin kanını içmeye çalışmaktan
kurtulamamaktadır. İnsanın doğrularını ve yanlışlarını, haram ve helallerini
Allah ın kitabı belirlemişken, bu görevi kültürden ve rivayetlerden beklersek, onlara Allah ın
yüklemediği vasıfları yüklersek, asla şirkten kurtulamayız. Zira zaten yüce Rab
insanın bu halini bildiğinden insanların çoğunun şirk üzere öleceklerini söylemektedir. Bu kadar uyarı karşısında, Yüce Rab'ın akla
bu kadar vurgu yapmasına rağmen, aklı hiçe sayıp imanımızı birilerine emanet
etmemiz acaba bizi sorumluluktan kurtarabilecek mi? Peşinen bizden daha iyi
yaşayıp, çok bildiğini düşündüğümüz ve kendilerine evliya, büyük alim, vasfını
yakıştırdığımız kişiler, ya sandığımız gibi değilse!...? Ya bir takım menfaat
çevrelerinin ekonomik siyasi ve sosyal statü üstünlüğü ele geçirmek üzere
kurguladıkları projelerinin bir ürünü ise?. Saf müminleri aldatıp onların
sırtına yapışan parazitlerden ise! .......
Nitekim bugün örneklerine baktığımızda dini kullanan, dindarlıklarını ön
plana çıkartan, dini özden ziyade şekilciliğe indiren grupların, her
birinin ekonomi alanında tröstler haline
geldiğini görüyoruz. Bunlar o kadar azgınlaştı
ki, Allah'ın evi Kabe'de bile
insanlardan soydukları malların
ele geçirme savaşını vermekte, her biri sosyal medyada birbirlerinin ne
aşağılık olduklarını yayınlamaktalar. Bir başka haşhaşi örnekliğine tüm
toplumumuz şahit oldu. Aynı kültürden,
aynı rivayetlerden beslenen, bu rivayetleri Kuran yerine koyan bütün
anlayışların bu hale gelmemesi için bir sebep var mı?.. Onları bu hale getiren
zaten dinin içine sokulan hurafeden oluşan itikadi anlayışlar değil mi? Bu anlayış sahipleri yüzlerce yıl önce İmamı azama
etmedikleri iftira kalmamıştır. Sebebi nedir derseniz. Uydurma hadisleri
reddettiği için. İmama göre uydurma olanlar buhari müslim ahmet bin hanbel e
göre sahih sayılmış. İmamdan sonra yaşamalarına rağmen ona etmedikleri küfür
kalmamıştır. Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın
kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet
ettikleri bu haber Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de “Zina
eden kadın ve erkek..” (Nur, 24/2) ayetinde zâni ve zâniyeden iman vasfını
nefyetmemiştir. Keza, “Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de..” (Nisa,
4/16) ayetinde Allah “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil,
Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den
hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya
tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden
kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye
râcidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey
can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün
söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın
nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği
bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif
ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde
Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın
söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ
“Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80)
buyurmaktadır. (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Tercüme, Mustafa Öz, 2. Bs., İFAV
Yayınları, İstanbul, 1992, “el-Âlim ve’l-Müteallim”, s: 24-25)”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder