21 Şubat 2018 Çarşamba

6
5
7
8

TEVHİT DİNİNİ YOK EDEN TASAVVUF


İslam adı taşıyan ancak İslam fakihleri, müçtehit imamlar ve hadisçiler tarafından hiç  kabul görmeyen  oluşumların başında TARİKATÇILAR gelmektedir. Baştan beri bu süreç ehli sünnet felsefesini yerle bir etmiş olmasına rağmen,  bu tehdidi gören, ancak içten içe İslam’ı tevhitten uzaklaşmasına mani olamayan alimlerin görüşleri ile bu yapılara yönelik uygulamalardan örnekler verilecek olursa;
 Mesela; İbn-i Rüşd gibi filozoflar tasavvufa hiç sıcak bakmamışlardır. İbn-i Hazm, Ebû Hayyan Endülûsi gibi ünlü âlimler sûfîlerle çatışma halindedir. İbn-ü Cevzî, ‘Telbîs-ü İblis’ adlı eserinde sûfîlere çok ağır eleştiriler yöneltmiştir. İbn-i Kesir gibi büyük bir müfessir ve muhaddis, Zehebî gibi âlimler İbn-i Teymiyye çizgisini devam ettirirler. İbn-i Haldun gibi sosyoloji ilminin kurucusu büyük âlim, İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf anlayışını yerden yere vurmuştur.
İslam fakihleri, müçtehid imamlar, hadisçiler sûfîlere katiyen yüz vermemişlerdir. Mesela ehli sünnetin kurucu alimlerinden Ahmed b. Hanbel, Haris Muhasibi’nin cenaze namazını kılmamıştır. Bu imamın takipçisi olan İbn-i Zur’a; ‘Muhasibi’nin kitaplarından sakının, bunların içi bidat ve dalaletle doludur’ der. ‘İyi ama bunların içinde ibret ve ders alınacak hususlar var’ denilince, İbn-i Zur’a şöyle cevap verir; ‘Bir kimse Allah’ın kitabında ibret bulamazsa, bunlarda hiç bulamaz’.
Farabî ve İbn-i Sina gibi, Eflatuncu ve Yeni Eflatuncu filozoflar tasavvufla ilgilenmişlerdir. Zaten tasavvufa Yunan etkisi bu Yeni Eflatuncular tarafından taşınmıştır.
Sonrakilere göre zemzemle yıkanmış kadar temiz bilinen Cüneyd Bağdadî, Haris Muhasibî gibi sûfîler bile çok ağır suçlamalara maruz kalmışlardır. Cüneyd-i Bağdadî ve 70 kadar sûfî idam cezasına çarptırılmış, daha sonra affedilmişlerdir.
Bu âlimler daha sonra dinin orijinalinden epey uzaklaşan Ebu Talib el-Mekkî’nin, Kût’ul-Kulûb’unu, Sülemî’nin Hakaik’ul- Tefsiri’ni görseler bu önceki sûfîleri mumla ararlardı. Hele bir de İbnü’l-Arabî’nin ve ondan sonra gelenleri görseydiler acaba ne yaparlardı?
Hallaç ve İbn’ül-Ata, Sühreverdî İslam’dan çıktıkları, mürted oldukları için idam edildiler. Ebû’s-Suûd Efendi gibi birçok müftü sûfîlerin katline cevaz veren fetvalar verdiler.
Bayezid-i Bistamî birkaç defa sürgün edilmiştir. Zünnûn-u Mısrî zındık olduğu gerekçesiyle Kahire’den, Bağdat’a elleri kelepçeli olarak götürülmüştür. Hâkim et-Tirmîzî sürgün edilmiştir. Ebubekir en-Nablûsî’nin diri diri derisi yüzülmüştür.
Gazalî İhya’sından dolayı çok ağır eleştirilere uğramıştır. Turtuşî, onun için ‘neredeyse dinsiz olacaktı’ demiştir. Şifa-i Şerif yazarı ünlü Kadı İyaz bile, Gazalî’nin İhya’sının toplatılıp, yakılması için fetva vermiştir. Hatta Gazalî’nin talebesi Ebubekir İbn-i Arabî bile hocasına oldukça şiddetli muhalefet etmiştir.  Osmanlı ulemasının da  bu şirk akımına yönelik acımasız eleştirileri vardır. Bir başka yazıda inşallah onu da duyurmaya çalışacağım. (Bu çalışmayı Prof Saadettin Mardin yapmıştır. Fazla bir katkım yoktur.)

MÜSLÜMANLARIN ASIL MESELESİ BİLGİYİ SADECE YÜKLENMEK DEĞİL, YAŞAMAKTIR.


Günümüzde kuran ya  da hadis diyenler bağaşlarını istedikleri kadar bilgi ile doldursunlar. Eğer, doğru bilgi insan hayatına bir güzellik katmıyorsa insanlığa bir fayda sağlamıyorsa, insan bununla boşuna övünüp kavgasını vermesin!  Yüce Rab’ın ağırlığı insan hayatında yeterince olsaydı, Allah ın bak dediği yerden bakılırdı.  Yoksa hiç böyle olur muyduk?  Birimizi anlamaya değil,  Allah ın gayri meşru gördüğü bir yöntem ile dönüştürmeye çalışıyoruz!
Ayrıca,  anlaşmazlığın konusu bugünün sorunu da  değil. Tarih boyunca ağırlıklı bir şekilde tasavvuf geleneği ile selefi anlayış bir birlerini yiyerek gelmiştir. Misal selefi geleneğinin mimarlarından  İbni Teymiye  şiddetle tasavvuf inanç sistemini eleştirmiş, İslam’a bu kanalla sokulan bidat Lara karşı mücadele vermiş birisi iken, günümüzde selefi ve tasavvuf anlayışı geçici bir barış yapmış gibi bir birlerine karşı müsamahalı davranırken ne hikmetse  Kuran a karşı yada Kuran diyenlere karşı ortak bir savaşın içine girmişlerdir. Kuran ın kaderinden midir nedir bilinmez ama  tarih boyunca vahyi ve onun ışığında aklı önceleyenler bu düşmanlığa maruz kalmıştır. Misal  bu düşüncenin mimarlarından imamı azam ve bu düşünce tarzını önceleyenler emevi Abbasî ve Selçuklu dönemlerinde hep baskı altında tutulmuş, tasavvuf geleneğinin Selçuklu ve Osmanlıda ağırlığa kavuşmasıyla bu akım yok hükmünde görülmüştür. Cumhuriyetle birlikte KURAN , okunmak ve ölülere göndermenin dışında bir etkisi ve ağırlığı görünmez hale getirilmiştir.   Tekke ve medreselerin kaldırılmasıyla yer altına inen Tarikat geleneği hak ve hakikatten sapma konusunda çok merhale kat etmiştir.   Kuranın olmadığı ortamda evliya destanları, şeyh kerametleri zirveye ulaşarak Ülkemiz hurafe cennetine dönmüştü ki, KURAN 70 yıllardan itibaren Müslümanların gündemine girmeye başladı. Ortada olmayan KURAN gündem olmaya başlayınca,  Kuran cılık diye bir sapık bir akım çıktı yaygarası koparılmaya başlandı. KURAN cahiline dönüşen ülkemiz Müslümanları, âdete kuranı kendilerine muhalif görme şaşkınlığına düştü. Nerdeyse kuranın anlaşılmasına  karşı savaş verir hale geldiler. KURAN sanki dini düzenleyen değil dini bozan bir alan gibi algılanır olmaya başlandı. Kuran ı anlama konusunda yeterli bilgi birikimine sahip olmayan gayretli Müslümanların ufak tefek hatalarını yada toplumda benimsenen anlayışlar dışındaki ifadelerini bahane ederek bu insanları tekfir etmeye başladılar.  Son Zamanlarda çok şükür kuran ın anlaşılmasına karşı çok şiddetli bir anlayış olmasa da büyük bir tedirginliğin olduğu da saklanamaz durumdadır. Zamanla inşallah bu direnç ortadan kalkacaktır. Zira Müslüman olup yaşamanın başka bir alternatifi yoktur. Şunu da belirtmek gerekir ki, kuranı anlama gayretleri aslında her gurubun benimsediği öne çıkardıkları bir olgu olsa da, bunlar Kuran ı anlamada  kendi geleneği ve uydurma rivayetler çerçevesinden bir türlü kurtulamamaktalar.  Yani kuran ın kendisi konuşmazken grup yada ekoller dini anlayışları çerçevesinde kuranı konuşturmaktadırlar.

İMAMI AZAMA NİYE DÜŞMAN OLDULAR?


Allah'ın insana verdiği fıtrat, kirlenmeden üstü örtülmeden önce, bütün hakikatlere açıktır. Hakikat adına duyduğu okuduğu her şeyi kabullenir. Ancak, aileden, toplumdan cevreden, okuduğu kitaplardan aldığı doğrular ile birlikte  aldığı yanlış bilgileri insan sadrına doldurdu mu, hakikatleri bu zaviyeden  anlamaya çalışıyor. Yanlışlara, çelişkilere  delil bulmak adına teviller yapmaya mantık oyunları üretmeye kalkar. Çoğu zaman bu yanlışlık artık o insanın gerçeğine dönüşür. İşte insan için  tehlike orda başlar. İmam Şafi yazmış olduğu er-Risale  isimli eserini seksen defa gözden geçirdiği halde yine de hatalara rastlamıştır. Talebesi el-Müzeni şöyle anlatır; Er-Risale yi Şafi'ye seksen defa okudum. Her defasında  mutlaka bir hataya rastlıyorduk. Sonunda Şafi;" Bırak boş ver! Allah kendi kitabı dışındaki bir kitabın  sahih olmasını kabul etmemektedir." dedi. der. Bazı alimler  şafiye yada bir başka mezhep imamına  tabii olmalarına rağmen, onların bu konulardaki dikkatini, hassasiyetini farkında olarak yada olmayarak önemsemezler.  Kendi görüş ve  kitaplarını  apaçık söylemese de nerdeyse Kuran yerine koymakta olduğunu görüyoruz. Bu kişilik ve anlayışlar kendilerinin  yanılma paylarını sıfır görebilmekteler. Hatta bu kişiler kendi gibi düşünenleri baz alarak Kurandan beş yüz ayet dahi düşündüğünün tersirni söylese ona itibar etmeyeceğini söylüyor. Böyle durumlardan Allaha sığınmak gerek. Duyulan öğrenilen okunan her şey mutlak Kuran  ve Allah'ın verdiği akıl nimeti süzgecinden geçirilmesi gerekir. Buna dikkat edilmediği takdirde  müminler hatta insanlık parça parça olmaktan bir birlerinin kanını içmeye çalışmaktan kurtulamamaktadır. İnsanın doğrularını ve yanlışlarını, haram ve helallerini Allah ın kitabı belirlemişken, bu görevi kültürden ve  rivayetlerden beklersek, onlara Allah ın yüklemediği vasıfları yüklersek, asla şirkten kurtulamayız. Zira zaten yüce Rab insanın bu halini bildiğinden insanların çoğunun  şirk üzere öleceklerini söylemektedir.  Bu kadar uyarı karşısında, Yüce Rab'ın akla bu kadar vurgu yapmasına rağmen, aklı hiçe sayıp imanımızı birilerine emanet etmemiz acaba bizi sorumluluktan kurtarabilecek mi? Peşinen bizden daha iyi yaşayıp, çok  bildiğini düşündüğümüz  ve kendilerine evliya, büyük alim, vasfını yakıştırdığımız kişiler, ya sandığımız gibi değilse!...? Ya bir takım menfaat çevrelerinin  ekonomik siyasi ve  sosyal statü üstünlüğü ele geçirmek üzere kurguladıkları projelerinin bir ürünü ise?. Saf müminleri aldatıp onların sırtına yapışan parazitlerden ise! .......  Nitekim bugün örneklerine baktığımızda dini kullanan, dindarlıklarını ön plana çıkartan, dini özden ziyade şekilciliğe indiren grupların, her birinin  ekonomi alanında tröstler haline geldiğini görüyoruz. Bunlar o kadar azgınlaştı  ki,  Allah'ın evi Kabe'de  bile  insanlardan soydukları  malların ele geçirme savaşını vermekte, her biri sosyal medyada birbirlerinin ne aşağılık olduklarını yayınlamaktalar. Bir başka haşhaşi örnekliğine tüm toplumumuz  şahit oldu. Aynı kültürden, aynı rivayetlerden beslenen, bu rivayetleri Kuran yerine koyan bütün anlayışların bu hale gelmemesi için bir sebep var mı?.. Onları bu hale getiren zaten dinin içine sokulan hurafeden oluşan itikadi anlayışlar değil mi?  Bu anlayış sahipleri yüzlerce yıl önce İmamı azama etmedikleri iftira kalmamıştır. Sebebi nedir derseniz. Uydurma hadisleri reddettiği için. İmama göre uydurma olanlar buhari müslim ahmet bin hanbel e göre sahih sayılmış. İmamdan sonra yaşamalarına rağmen ona etmedikleri küfür kalmamıştır. Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de “Zina eden kadın ve erkek..” (Nur, 24/2) ayetinde zâni ve zâniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza, “Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de..” (Nisa, 4/16) ayetinde Allah “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye râcidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ “Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80) buyurmaktadır. (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Tercüme, Mustafa Öz, 2. Bs., İFAV Yayınları, İstanbul, 1992, “el-Âlim ve’l-Müteallim”, s: 24-25)”



 



4
5
34
688

Bu ayet ve hadisler neyi anlatıyor acaba?,,!

"Bana mucize olarak verilen ise ancak Allah'ın bana vahyettiğidir / Kur'an'dır." (Buhârî, İ'tisâm, 1).

“Ömer, peygamberden, halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını istediğinde; Peygamber: `Allah`ın Kitabı bize yeter` dedi” (Buhari İtisam 26, İlim39, Cenaiz 32, Merza 17; Müslim Cenaiz 23, Vasaya 22)

“Kuran`dan başka hidayet kaynağı arayan sapıtmıştır” (Tirmizi 2906).

Rasulullah ölüm döşeğinde şöyle dedi:
Ben yalnızca Kur’an’ın haram kıldıklarını haram kılarım.
Allah’a yemin ederim ki benim adıma bir şeye (beni bahane ederek) sarılmasınlar.” (Ebu Yusuf er-Redd, 31) s.85

"Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir."
(Ebu Davud k. etime 39/Tırmizi k. libas 6 ibni mace k. etime 60/ El-müracaat sayfa 20)

Din konusundaki ihtilaflarda size Kur'an yeterlidir.
[5424-Buhârî-Müslim-Nesâî] [4727-Muvatta-Müslim] [5406-Buharî-Müslim]

Abdestsiz Kur'an tutulabilir ve okunabilir
[3773-Buhâri] [3890-Müslim-Ebu Davud-Tirmizi-Nesai (Hadis No.3862) (İbrahim Canan çevirisi C.11 s.120 Hadis no:3890 c.3 Hadis No.3890)

"Benden bir şey yazmayın, benden Kur'an dışında bir şey yazan onu yok etsin" (Sahih-i Müslim c.4, sayfa 97, Sünen-i Daremi, c.1, sayfa 119; Sünen-i Ahmed. b. Hanbel c.3, sayfa 182)

"Zeyd b. Sabit'ten: Resulullah bizi hadislerini yazmaktan alıkoydu ve bizim yazdığımız hadisleri yok etti." (Sünen-i Ebu Davud, İlim Kitabı, c.3, sayfa 319)

"Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi.” (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm, sayfa 11)

"Beni Hz. Musa'ya ustun kilmayin! Buhari, Husumat 1, Enbiya 34, 35, Rikak 43, Tevhid 31; Muslim, Fezail 160, (2373); Ebu Davud, sunnet 14, (4671); Tirmizi, Tefsir, Zumer, (3240).

Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir kulun: "Benim, Yunus Ibnu Metta'dan hayirli oldugumu" soylemesi uygun olmaz.
Buhari, Enbiya 35, Tefsir, Nisa 26, Tefsir, En'am 4, Tefsir, Saffat 1; Muslim, Fezail 166, (2376); Ebu Davud, Sunnet 14, (4669, 4670)

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim diyordu ki: "Hakkımda, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'ya yaptıkları aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için "Allah'ın kulu ve elçisi" deyin." [Buhârî, Enbiya 44, ][1]

“Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im Allah’ın kulu ve resulüyüm Allah’a yemin ederim ki O’nun verdiği makamın üstüne beni çıkarmanızı sevmiyorum” (Ahmed b Hanbel, Müsned, 1/153, 24)

Mutarrif İbnu Abdillah, babası (radıyallahu anh)'tan naklediyor: "Benî Amir heyetiyle Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gitmiştik:
"Sen bizim efendimizsin!" diye hitap ettik.
"Efendi, Allah'tır!" buyurdular. Biz:
"Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!" dedik. Bize:
"Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi (mübalağalı medihlerde) koşturmasın!" buyurdular."[Ebu Davud, Edeb 10, (4806)]

"Size sadece Kuran'ı bırakıyorum; ona uyarsanız yolunuzu şaşırmazsınız" (Müslim 15/19 Nu, 1218; İbn Mace 25/84 Nu, 3074; Ebu Davud 11/56, No. 1905).

AHİR ZAMAN DECCALLERİ YALAN HADİS GETİRECEK

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Ahir zamanda bir takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği hadîsler getirecekler. Aman onlardan sakının! Sizi saptırmasınlar, fitneye düşürmesinler!” (Müslim, Mukaddime, 7)


Akıl ve düşünmek ne büyük nimet vahiy ne büyük nimet. Allah ın kitabını merkeze almadan, kültür ve rivayetler çerçevesinde din anlayanların yukarıdaki ayet ve hadisleri bir türlü düşünmemeleri nasıl bir şey!..? Oysa doğru din algısı ifrat ve tefrite gitmeden Kuran ışığında peygamber örnekliğinde dini anlayıp yaşamak varken, rivayetlere yönelip Kuranı yok saymakla, Kuran'ı lügat ve sözlük üzerinden anladım diyerek Resul örnekliğini boşa çıkarmaya çalışanların aslında bir farklarının olmadığını görmek gerek. Aman ha!!!! Dikkat!!! Militanca yaklaşımlar, hangi yönden gelirse gelsin sonucu hüsrana götürür: 
0
8
m
n
7
77
9
8
7
6
5
4
3
2
1